“Kitap okumaya ‘elitistlik’ demek kadar tehlikeli bir şey yok bence. Hiç dünyanın çapının kaç kilometre olduğunu bilenle bilmeyen bir olur mu, hiç divan edebiyatını bilen, Türk şiirini, İkinci Yeni’yi, Garip akımını bilenle bilmeyen bir olur mu?”

BirGün Pazar'ın bu haftaki konuğu, Nejat Yavaşoğulları: Okuyan insana ‘elit’ demek kadar tehlikeli bir şey yok

BURAK ABATAY burakabatay@birgun.net

Bulutsuzluk Özlemi, müzik tarihimizin en uzun soluklu gruplarından birisi. Rock ruhunu yaşattığı müziğiyle, adımlarını sokakta atan şarkı sözleri ve duruşu ile yıllardır vazgeçilmezlerimiz arasında. Grubun kurucusu Nejat Yavaşoğulları ile bir araya geldik, günümüzde yaşananları, grubun ve müziğimizin serüvenini konuştuk.

■İlk çıktığınızda size Türkçe sözlü rock müzik yapılamaz deniyordu. Bu zaman içerisinde yaptığınız ne oldu da bunu başardınız?
Aslında o tür eleştirilerde bulunanlar kendi tarihlerinden de, Türkiye’deki müzik tarihinden de yeterince haberdar değildi ya da örnekleri içselleştirememişlerdi. Türkiye’de her zaman dünyadaki müzik akımlarının takip edilmiş olduğunu ben yaptığım gözlemlerle görüyordum. Ta Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlıyor; Franz Liszt buraya bir piyanist ve besteci olarak geliyor, Mızıka-ı Hümayun kuruluyor. Türkiye sonuçta Avrupa’nın içinde bir ülke ve dünyayla iletişimi de vardı. Pink Floyd’un yeni albümü çıktığında Beşiktaş’ta bir plak dükkanında “Pink Floyd – Wish You Were Here geldi, şahane!” diye duyurular görebiliyorduk. Türk Sanat Müziği bestecilerinde bile Avrupa müziğinden etkilenme olduğunu görüyoruz. 1950’lerde rock’n roll çıkıyor bizde de karşılığını hemen buluyor. Erol Büyükburç’lar, Gökçen Kaynatan’lar, daha sonra Cem Karaca’lar, Barış Manço, Erkin Koray… Bugün de “Turkish psychodelic müzik” olarak ilgi görüyor dünyada bu bahsettiğimiz müzikler. Müziğimizin önemli noktalardan biri kesinlikle Bülent Ortaçgil’in “Benimle Oynar Mısın” albümü. Biz cesaretle, Ortaçgil’in açtığı pencereden baktık. Ben de “PTT’nin önünde Taksim’de/ Evinde gitarın var mı, gidelim öyleyse” gibi tam kendin neyse onu ortaya koyan şarkılar yazmaya başladım.

birgun-pazar-in-bu-haftaki-konugu-nejat-yavasogullari-okuyan-insana-elit-demek-kadar-tehlikeli-bir-sey-yok-416875-1.■O zamanki üretim aşamasından biraz bahsedebilir misiniz?
Ben mesela kendi müziğimi yapmayı amaçlıyordum ve öyle olması gerektiğini düşünüyordum. Çeşitli gruplarda çalıyordum, arkadaşlara diyordum ki “Benim bestelerim var.” Çalmak istemiyorlardı. Jethro Tull çalmak varken senin besten nedir ki diye bakılıyordu. Şimdi o arkadaşların çalmak istemediği şarkılar kitleler tarafından söyleniyor Türkiye’de. Biz önce kendimizi yetiştirelim, beste yapacak adam değiliz düşüncesi vardı.

Bunlar senin dönemine ait eserler olur, gençken müzikte fazla yeterli olmadığın için ona göre beste yaparsın ama onun da kendi içinde bir değeri, anlamı ve gerçekliği vardır. Yani bunun yaşla bir ilgisi olmadığını düşünüyordum. Örneğin Bob Dylan “Blowing in the Wind”ı tek gitar ve mızıkayla söylüyordu. Arkasında ne davul var ne piyano var, bu önce diploma alıp sonra başlanacak bir iş değil ki. Dediğim gibi çaldıramıyordum bestelerimi arkadaşlara işte zorla belki bir iki tane. Sonra 12 Eylül darbesi oldu ve her şey dağıldı tabii.

80’de bile bugünkü gibi sanatı kötüleyenler yoktu
■Tam da o noktaya gelmek istiyordum. Sanatın çağı ile kurduğu ilişki nasıldı? Bilhassa 12 Eylül’de…

Çok canlıydı bence fakat 12 Eylül dağıttı. Kimsede müzik yapacak, konser verecek hâl kalmadı. On kişi beraber kaldırımda yürüsen kimlik soruyorlardı. İlk defa Galatasaray’ın Monaco’yu yendiği maçtan sonra, herhalde halkın öyle bir şeye ihtiyacı vardı ki sokağa döküldüler de polis ses çıkartamadı. O tarihten sonra sıfırdan başlamak gibi oldu her şey. Dolayısıyla kendi kafama göre bir grup da kurduğum için direkt kendi şarkılarımızı çalarak hayata atıldık. Giderek de insanlar tarafından o müziğin kendilerine ait duygular taşıdığı fark edildi ve bir kitle oluştu. Sonuçta biz bu toplumdan gelen insanlarız. Hiçbir zaman da halktan kopuk yaşayan sosyete çocuğu falan olmadık. Ben bir balıkçının çocuğuyum ama gitar çalmaya heves ettim. Bu da güzel bir şeydi. Sanatla ilgili şeylere heves etmişim, bu da ortamla ilgiliydi belki. Bugünkü gibi sanatı kötüleyen yoktu…

■Türkiye’deki gençlerde şu an “artık burası yaşanmaz hâlde, buradan çekip gitmeliyiz” duygusu hâkim. Bu doğru bir düşünce mi, kaçıp gitmeli mi gerçekten?
Bence doğru bir yaklaşım değil. Öyle olursa bu toplum çok şeyini kaybeder, öncü güçlerini kaybeder. Geçen seneydi sanırım, Yavuz Çetin anma konserinde sıramızı beklerken sahnenin kenarından takip ediyordum çalan grupları. Hepsi de muhteşem çalıyor; gitarcı çocuk muhteşem, davulcu çocuk muhteşem falan, yanımdaki arkadaşa dedim ki “Yahu bu çocuklar ne olacak? Bir yandan baskı var, kız erkek yan yana dolaşmayın falan diye… Bu gençler ne olacak?” O da, “Ben de üzülüyorum, ya bu çocuklar bırakıp giderse bu ülkeyi” cevabını verdi.

birgun-pazar-in-bu-haftaki-konugu-nejat-yavasogullari-okuyan-insana-elit-demek-kadar-tehlikeli-bir-sey-yok-416876-1.

Tarihe bakmak lazım, az önce nasıl bahsettim Franz Liszt’in gelişinden. Padişahlar da şimdiki yöneticiler gibi değil, daha geniş ufukları var. Onların da kızları piyano çalıyor; açıkça söylenmese de Abdülhamit’in kızının piyano çalarken resmi var. Bu kaybetmek endişesinde olduğumuz durum aslında gökten zembille inmedi; bu toplum yarattı bunu, nasıl yarattı, savaşarak yarattı, yenildi tekrar savaştı. İttihatçıları yarattı onlar gitti başkaları geldi, vatandaş olunması lazım dediler, hürriyet dediler… Mesela biz İttihatçıları despot görüyoruz ama bu toplumda iz bırakmışlar. Laikliği ilk onlar tartışıyor, futbol kulüplerinin onlar önünü açıyor. Bunlar var bu ülkede, senin edebiyatçıların var Nazım Hikmet’in, Abdülhak Hamit’in, Mahmut Ekrem’in, Dede Efendi’n var… Birisi çıkıp da Aydın Boysan’ın cenaze namazının kılınmaması lazım dese ne olacak yani? Nedim döneminden beri “İçelim badeyi ey saki sun bana bade” gibi şiirler var, bunlar bu toplumda, birden değişmez. O yüzden gücümüz, kalmak için iyi bir sebep.

■Sanatçıyı nasıl etkiliyor şu an içinde bulunduğumuz durum; laiklik tartışılıyor, bir yandan yaşam kavgası sürüyor asgari ücretle, siz nasıl etkileniyorsunuz bu olan bitenden?
Kötü etkileniyoruz tabii, bir de şöyle bir baskı var; yavaş yavaş öyle bir noktaya gelindi ki artık basında belli gazetelerin ve televizyon kanalının dışında herkes kendine sansür uyguluyor. Bunu yazarsam başıma dert gelir ama yazmazsam da bu ne biçim gazetecilik diyecekler düşüncesindeler. 15. sayfaya küçücük bir yere koyup topluma başka türlü bir şey sunuyorlar. Öte yandan konser verecek yerlerin sayısı azalmaya başladı, konser daha demokratik bir şeydi. Bulutsuzluk Özlemi’nin ilk yıllarında Bakırköy’den diyelim genç çocuklar grubu çok seviyorlar ve diyorlar ki “Bulutsuzluk Özlemi konseri yapalım.” Açık hava tiyatrosuna gidiyorlardı, “26 Temmuz Cuma günü burayı kiralamak istiyoruz” diyerek gerekli işlemleri yaptıktan sonra konser düzenleyebiliyordu. Şimdi önce bakarlar, hangi tarz müzik yapıyorsun? Üstelik artık mekanlar bankaların, telefon şirketlerinin kapattığı alanlar hâline geldi. Esasında her şeye rağmen insanlar içinden gelen müziği yapmaya devam ediyor ve her şeye rağmen de izleyicisi var. Biz Bulutsuzluk Özlemi olarak sürekli konser veriyoruz, insanlar aradıkları müziğin peşinden gidip hâlâ bir şeyler yapabiliyorlar.

■İktidar eleştiriyor ya solcuları ve laikleri, halktan kopuklar elitistler diye… Ona ne demeli?
Kitap okumaya “elitistlik” demek kadar tehlikeli bir şey yok bence. Hiç dünyanın çapının kaç kilometre olduğunu bilenle bilmeyen bir olur mu, hiç divan edebiyatını bilen, Türk şiirini, İkinci Yeni’yi, Garip akımını bilenle bilmeyen bir olur mu? O nasıl bir eleştiri, halktan kopuk diye? Matematik bilenle bilmeyen bir olur mu?

■Çok değil, 90’lara baktığımızda yine TRT’de birçok müzisyen program yapabiliyordu…
Son on yıldır zaten daha kötüye gitti. 10 yıl önce falan TRT’ye çıktığımızı hatırlıyorum ben. Ama şimdi çıkamazsın, kara listedesin.

birgun-pazar-in-bu-haftaki-konugu-nejat-yavasogullari-okuyan-insana-elit-demek-kadar-tehlikeli-bir-sey-yok-416877-1.

■Peki günümüz müziğine gelelim isterim. Çok iyi işler çıkıyor, onları nasıl buluyorsunuz, sizin yapmak isteyip de yapamadığınız şeyleri onlar yapabiliyor mu?
Türkiye’de gerçekten iyi müzik grupları var, özellikle son dönem grupların bir öncesine baktığımızda. Duman, Mor ve Ötesi, Redd gibi gruplar var. Şimdi isimleri daha farklı olan yeni bir jenerasyon geldi, zaman zaman dinliyorum fakat tam içselleştirerek dinlemedim, içerikler biraz farklı, belki ileride daha anlam kazanacak sözler de olabilir o konuda tam bir düşünceye varmış değilim. Büyük Ev Ablukada’yı dinledim mesela çok beğendim, konserlerine gittim. İçlerinde çok iyiler var.

■Ev konserleri düzenlenmeye başladı, bunlar artık YouTube üzerinden izlenebilir hâle geldi, bunlar yaşam tarzının değişmesiyle ilgili olabilir mi?
Yine o Beşiktaş’taki plak dükkânının penceresindeki yazıya gidelim, o zamanlar bir albüm alındığında koşa koşa bir eve gidilir o albüm dinlenir, sözlere bakılır, bası kim çalmış, şarkı kaç dakika falan bunlara odaklanarak müzik dinlenir ve içselleştirilirdi. Şimdi yolda giderken kulaklıkla telefondan dinleniyor, ama bu da bir gerçeklik. Bir önceki nesil tam olarak ortadan kaybolmadığı için basılı albüm hâlâ bir anlam ifade ediyor. Bu günümüzde şekil değiştiriyor artık gerek görülmüyor. Plağa dönüş var ama o biraz nostaljik hislerden ötürü. Retro bir anlayıştan doğdu yani, tutar mı tutmaz mı şüpheliyim. Görünen o ki artık iş dijitale dökülecek.

Devrimci sözler yetmez müzikte de öyle olmak gerek
■Ben hep Bulutsuzluk Özlemi’ni devrimci bir grup olarak niteledim çünkü umut vaat etmek devrimci bir şeydir, “Bıktım be!” derken de, “Yaşamaya Mecbursun” derken de…

Ben sol dünyanın içinden geliyorum ve vaktinde devrimci arkadaşlardan “saçların uzun, gitar çalıyorsun sen saz çalsana” diyenler de olmuştu. O döneme dair bir eleştiridir belki bu. Değeri sonradan anlaşıldı ama. Aynı arkadaşlar bana yirmi yıl sonra “helal olsun!” demeye başladı. Sözlerin devrimci olması yetmez, müzikte de devrimci olmak lazım. Onu ben müziğe de yansıtmaya çalıştım, kullandığım seslerle, tavırla… Bu toprakların çocuğuyuz hiçbir zaman inkâr etmiyoruz ama aynı zamanda dünyanın da çocuğuyuz ve başka birikimlerimiz de var. Çok tartışılmıştır öğrencilik dönemlerimizde sanat sanat için mi, toplum için mi yapılmalı, toplum için yaparsak sanatın inceliğinden taviz verir miyiz diye… Kendi öznel dünyandan çıkan şeyleri müziğe, kâğıda döküyorsun ama bunlar toplumdan bize yansıyan şeyler. Kişisel bir tema gibi gözükebilir ama oradan toplumu ilgilendiren başka bireylere o duygu geçebilir. “Benim sadık yârim kara topraktır” diyor Aşık Veysel ama onu biz de paylaşıyoruz, aynı şeyi hissediyor ve düşünüyoruz. Bulutsuzluk Özlemi’nde de böyle bir şey olduğunu düşünüyorum ben, “Yaşamaya Mecbursun”da da bunu görebiliriz, “Beynim Zonkluyor”da veya “Acil Demokrasi”de de…

birgun-pazar-in-bu-haftaki-konugu-nejat-yavasogullari-okuyan-insana-elit-demek-kadar-tehlikeli-bir-sey-yok-416878-1.

■Bulutsuzluk Özlemi neler yapıyor şu sıralar?
Konserlerimiz devam ediyor. Nâzım Hikmet’in “Şeyh Bedreddin Destanı”nı besteledim, senfoni orkestrasıyla beraber olacak, bir oratoryo gibi ama rock müzik tabii. Koro kayıtları, orkestra, bas ve davul bitti, şimdi eksik kalan gitarlar çalınacak herhalde bahar aylarında çıkacak. Büyük bir proje, benim daha Bulutsuzluk Özlemi’nden önce bestelemeye başladığım bir şeydi ama kenarda kalmıştı. Kendi yaptığım bestelere acıdım öyle kenarda köşede kaybolup gidecek diye. 4-5 yıl sürdü bu çalışma çünkü çok para isteyen bir işti. Murat Cem Orhan diye süper bir arkadaşımız var o hem rock müziği iyi biliyor, zaten bir Bulutsuzluk Özlemi seveni, ayrıca klasik müzik ve şeflik eğitimi görüyor, onunla düzenledik şarkıları. Ona yeterince para ödeyemiyoruz dolayısıyla o da boş vaktinde çalışıyor ben de boş vaktimde çalışıyorum, böyle olunca da işler uzuyor. İlk sunumu da büyük bir eserin sunumu gibi, ben mesela Süreyya Operası’nı düşünüyorum, Fazıl Say’ın oratoryosunu andıran ama bence rock müziğin enerjisiyle birleşen çok güzel bir çalışma oldu.

***

Kaya gibi yerimizde durmalıyız

birgun-pazar-in-bu-haftaki-konugu-nejat-yavasogullari-okuyan-insana-elit-demek-kadar-tehlikeli-bir-sey-yok-416879-1.

■“Bıktım be!” şarkınızda “bir şey yapmam lazım” diyorsunuz ya, şu an ne yapmalı?
Kaya gibi yerinde durmalı bence, sahip olduğumuz şeylerin elimizden alınmasına hep birlikte ses çıkartmalı.

■Korkuyor musunuz hiç, geleceğe dair korkunuz var mı?
Toplum adına umudumu taşıyorum. Kişisel olarak korku deyince, isteseler kolunu kanadını kırarlar, sana müzik yaptırmazlar. Böyle bir ortam insanlara hissettiriliyor şimdi. Bir iş adamı da rahat değil, malıma mülküme el koyarlar diyor, bundan korkuyor. Gazete sahibi rahat değil, bana bir ceza verir evimi barkımı da elimden alır diye düşünüyor. Toplum bunu aşar, ne zaman olacağı belli olmaz ama Türkiye mücadele etmiş bir ülke. Bu ülkenin o kadar matematikçisi, caz müzisyeni, sporcusu, gazetecisi, heykeltıraşı var…