Şimdi, pek de uzağımızda olmayan bir savaş dünyanın her yerinde gündemin en tepesine yerleşmişken, emperyal güçler Ukrayna’da dökülen kanla beslenir, kimileri savaş uzadıkça karlarına kar ekledikleri için barış olmasın diye yangına körükle gider ve savaşın tüm tarafları haber diye yalan üstüne yalan eklerken BirGün’ümüzün değeri çok daha net görülüyor.

Irak işgaline giden yolun hangi yalanlarla döşendiğini bugün biliyoruz, ama o gün ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel’ın elindeki ufak tüpü gösterip, “Bu zehrin bir kaşığı insanı öldürmeye yeterli. Saddam’da 25 bin litre var bu zehirden.”, sözlerini sorgusuz sualsiz manşetlere taşıyarak savaşın ateşini harlayan bir medya vardı.

Ukrayna’da olanlar, emin olun, da asıl derdi barış değil de savaşın taraflarından birinin kazanması olanların yalanlarına bulanarak anlatılıyor. BirGün, çıkmadan yazılan anayasasında, “Yazdıysa doğrudur!” denilen bir gazete olarak tanımlanıyordu. Doğrunun yazılması, her haberin eleştirel aklın süzgecinden geçirilmesi, her zaman barıştan ve halktan yana olmak…

19’una giren BirGün, bu çizgiden hiç sapmadı. Onun var olmasına katkıda bulunan herkese gurur yaşattı ve yaşatmaya devam ediyor.

Bu yaş günü yazılarında tekrar tekrar anımsıyorum; gazetenin ilk sayısındaki “Merhaba” başlıklı ilk yazımda, Yaşar Kemal’in kaleminden çıkan ve bir romanın en iyi giriş ve final cümlesi olan “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler”e gönderme yaparak, BirGün’ü var edenlerin o gitti sanılan iyi insanlar olduğunu yazmıştım. Bugün, “patronsuz gazete” olmanın kah güçlüklerine göğüs gerip kah keyfini yaşayarak 19 yaşımıza girdiysek, onu var eden ve en zor anlarında hep yanında olan “o iyi insanlar” sayesindedir.

Okurlarının ve yazarlarının fedakarlıkları sayesinde. Aramızda olmayan Baki Koşar, İbrahim Çeşmecioğlu, Hrant Dink, Reha Mağden, Cüneyt Cebenoyan, Alp Can, Aydın Engin, Hande Demircioğlu ve Kemal Keleşoğlu gibi yitirdiğimiz arkadaşlarımız sayesinde…

Şimdi hatırlayan var mı bilmiyorum, ama ilk yola çıktığımızda 4 hafta, 40 gün, bilemedin 4 ay yaşar diye ömürler biçilmişti BirGün’e. “Düşman” da değildi öyle ömür biçenlerin tümü, ama BirGün sözünü tuttu Nazım’ın: “Yaşamakta ayak direyeceksin. / Belki bahtiyarlık değildir artık, / Boynunun borcudur fakat, / Düşmana inat yaşamak.”

Bugünden geriye baktığımda, “bahtiyarlık” daha çok bana kalan. Artık ülkenin en iyi yazarlarına sahip, sadece yazdığım değil, öğrenerek okuduğum bir gazete BirGün.

Şimdi okuduğunuz 19’una girmiş ve “doğru”ya asla ihanet etmemiş gazeteniz “Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm / Ölsem gam yemem gayrının resmi” işte!