Dünyadaki ilk gecemizdi. “‘Işık olsun’ dedi ve ışık oldu”. Şişhane’deki avizeciler durur mu? Işığı cam kristallerin çokgen yüzeylerinde çoğaltarak şehrin tüm kuytu köşelerine yaydılar. Gecemiz gündüz oldu. Sadece gecemizi yitirmedik, düşlerimizi de. Kimsenin aklına kalkıp ışığı kapatmak gelmiyor. O günden beri her şeyimiz gün gibi ortada. “Olmuş olan yine olacak.

Güneşin altında yeni bir şey yok.” Hayal gücümüz, olmuş olanın yine olduğu, aynı olanın hep geri döndüğü kısır döngüde asılı kaldı. İmgelemimiz kurudu. Bir zamanlar gecenin karanlığında büyüttüğümüz asi düşlerimiz şimdi tezgâhlarda üç kuruşa satılıyor. Işık altında kurduğumuz hayaller ise kuru gıda reyonlarında alıcı buluyor. Gizlimiz saklımızın kalmadı, karanlığımızı yitirdik. Hayal gücü karanlıkta filizlenir oysa ve yeni bir dünyanın tohumlarını taşır bağrında. Kaosun karanlık hayalleri olmasaydı, kozmos asla olmazdı. Işığın altında yeni bir şey yok, olmayacak da. Biri kapatsın artık şu ışığı!

Işığın altında hiçbir şey şaşırtmıyor bizi; her şey çok tanıdık. Nesneler, sabit nitelikleriyle karşımızda öylece durdukça biz, özneler de öylece duruyoruz. Bizi yerimizden eden ve düşündürten şey, aşina olmadığımız bir şeydir. Dile getiremediğimiz, dolayısıyla dile getirebilmek için mevcut formları eğip bükerek yeni ifade formları yaratmak zorunda kaldığımız bir şey. Karanlık, tanıdık nesneleri bile tekinsizleştiriyor. Gece ne büyük bir sanatçı; hazır-nesnelerle çalışıyor. Gün ışığından aşina olduğunuz bir nesneyi gece bağlamından çıkarıp karanlığının içine yerleştirdiğinde, artık o tanıdık bir varlık değildir, değişmiştir. Işık varlığın alanıysa, karanlık oluşun alanıdır. Karanlıkta nesneler, şekil ve kimlik değiştirip başkalaşıyor ve şaşırtıyorlar bizi; yüreğimiz hopluyor. Gregor Samsa, bir sabah uyandığında sırt üstü yatmış bir hamam böceği olarak bulmuştu kendini. Ne olduysa, gece olmuştur.

Karanlığın içinde henüz biçime bürünmemiş gizil güçler yatıyor. Ve yeni bir dünya bir tohum gibi karanlığın içinde doğum anını bekliyor. Farkında değiliz ama karnımız burnumuzda; ha doğurduk ha doğuracağız. Ikınmamız gerekiyor, yoksa dünya yine ölü doğacak ve ışığın altında her zamanki gibi zulüm ve katliamlar olacak. Yaşanası bir dünyayı doğuracaksak biz doğuracağız, ellerimizle. Ve dünya da bizi doğuracak, hiç olmadığı kadar kudretli bedenlerimiz olacak. Işık gözümüzü alıyor; doğmakta olanı fark edemiyoruz. Kapatalım artık şu ışığı ya da gözümüzü hiç ayırmadan dosdoğru ışığa bakalım, körleşene dek. Yoksa mevcut dünya yine kana bulanacak.

Kurt adam hikâyelerini bilirsiniz, hayvan-oluşlar. Gece, hele bir de dolunay varsa, güneş ışığında köseleleşmiş teniniz şamanın davulu gibi gerginleşir; algılanamaz titreşimleri bile duyumsar hale gelmiştir; hayvani duyumsama gücü. Dünyanın öbür ucunda bir kelebek kanat çırpsa, tüyleriniz diken diken olur, ruhunuzda fırtınalar kopar. Işık altında bedeniniz, belirli işlevlerin belirli bölgelerle sınırlandırıldığı, haritalandırılmış bir arazidir. Oysa karanlıkta, harita silinmiş ve bedeniniz arzunun sınırsız göçebe mekânına dönüşmüştür. Artık neresinin masum bir dokunuşa, neresinin erotik bir hazza yol açacağını kestiremezsiniz. Tepeden tırnağa yeryüzü olmuşsunuzdur. Yeryüzünün, henüz biçimlenmemiş göçebe kuvvetleri dolaşır teninizde. İçine hapsolduğunuz kimliğiniz silinir. Söndürelim ışıkları, yoksa kimlikler bizi öldürecek. Maddeye gömülelim.

Madde karanlıktır; aklın hakikatine direnir. Despotik aklın hakikat dediği, göklerden devşirdiği ve maddeye giydirdiği ışıklı deli gömlekleridir. Bizim hakikatimiz ise yeryüzünün maddesine gömülü; henüz karanlıkta kalsa da doğduğunda despotik formlar düzenini alaşağı edecek. Bedeninizdeki karanlık maddenin nabız atışlarını işitiyor musunuz? İşitmek için ışığı kapatmanız gerek. Nabız atışları, gelmekte olanın ritmidir. “Maddenin özünde karanlık bir bitki örtüsü biter; maddenin karanlığında kara çiçekler açar. Yumuşaklıkları ve kokularının formülü önceden mevcuttur onlarda” (Gaston Bachelard, Su ve Düşler, YKY). Peki, çiçeklerin kokusunu duyuyor musunuz? Zannetmiyorum. Güneşin altında çürümekte olanın leş kokusu, hayatın tüm kokularını bastırıyor.