Yanıma bir teleskop alıp mahalledeki en yüksek binanın çatısına çıktım. Gökkubbeye baktım, ışığa kavuşamamış yıldızlar keşfettim ama aralarında seni göremedim

Birkaç adım daha

HAKAN KARAKAŞOĞLU*

"Döner herhalde," dedi, çocukluk arkadaşın. Gülümsedi. "Canım senden iyisini bulacak değil ya."

Kafamı salladım, el sıkışıp ayrıldık.

Onca yıl yaşayıp, denizin ne tarafta kaldığını bir türlü öğrenemediğim semtin içine süzüldüm. Dar sokaklarında yürüdüm, evlerin giriş kat pencerelerine, dükkanların vitrinlere, yerdeki su birikintilerine halimi görmek için baktım, ama yanımda seni göremedim. Koyu gri bir bulut kapladı gökyüzünü, iyice yaklaştı toprağa. Yağmur başladı. Bulanıklaştı yüzler, sıkıştı yüreklerimiz, belki yardım isteyenlerden biri sensindir diye çevreme baktım, ama seni göremedim.

Göremedim seni, ne caddenin sonundaki trafik ışığının dibinde ne de çay bahçesindeki hasır sandalyenin üzerinde, apartman köşelerinde, lokantalarda, sinemalarda, otobüs duraklarında göremedim. Bir birahaneye girdim, oturdum kapının dibindeki masaya. Duvarda ufak bir televizyon asılı, bütün renkler ekranın içinde. Birahane kalabalık; Genç memurlar, mazbut alkolikler, kofti kabadayılar, babasından nefret edenler, çocuk sahibi olmanın yükünü taşıyamayan kırık hayalliler, geceleri eve girmeden hemen önce iki damla gözyaşı dökenler, işsizler, yoksunlar, umutsuzlar, mutsuzlar ve çok mutsuzlar, soluk ve renksiz. Sanki renkleri zorla alınmış, televizyonun içine hapsedilmiş gibi. Her gece öz renklerini geri almak için birahaneye gidip yeniden mağlup olunca ellilik bira bardaklarında teselli arayan bu adamlara sordum, seni hiç görmemişler.

Çocukluk arkadaşınla karşılaştım bugün, hatırladığım kadarıyla, "Muhakkak geri dönecek." dedi ve annesi üzerine yemin etti. Şimdi bu haberi sana verebilmem için geri dönmen gerekir, değil mi? Nerede olduğunu bilmezken ben, bu mukaddes bilgiyi kendi içimde tekrar ede ede seni geri getirebilir miyim?

Güneş çıktı birdenbire, kavruldu ortalık. Bir banka oturdum, elime yakıştırıyorsun diye sigara yakıp seni bekledim. Sıkkınlıkla oluşturduğum dünyanın içinde yavaşladı zamanım, çevremdeki hareketler ağırlaştı. Arabalı meyve satıcısının o mesafeyi o kadar sürede alması olanaksızdı mesela ya da ayaklarımın ucundaki deliğe kırıntı taşıyan karıncaların hızları, hayatta kalmalarını sağlayacak seviyede değildi. İnsanları arkalarından itmek istedim, neden bu denli yavaş yürüdüklerini anlayamıyordum. Bulutlara çevirdim yüzümü, resim gibi sabit ve doğaüstü görünüyorlardı. Sigaradan çektiğim yoğun dumanı bacaklarımın arasına bıraktım. Bekledim, duman aynı hacimle o kadar çok havada asılı kaldı ki korkup elimle dağıttım.

Seni aramak zorunluluk haline gelmişti. İzmariti kaldırımın dibindeki mazgala fırlattım. Sigara havada ağır çekim taklalar atarken ayağa kalktım, izmaritin hızı normale dönüp deliğe girdi; Tıpkı evrenin toplam enerjisine mutlak katkısı olan karıncalar, meyve satıcısı ve diğer yaşamların hızları gibi.

Kar başladı, sevgililer gözümün önünde eldivenlerini paylaştılar ve ben seni aradım. "Nüfus sayımı için geldim." diyerek kandırdım insanları, evlerine girdim. Odalarını dolaştım, belki yine gizli gizli sigara içip ağlıyorsundur diye mutfak balkonlarına baktım fakat seni bulamadım.

İtalyan bir ressama resmini çizdirip yaşlı kabadayılara, muhtarlar, çok konuşan kadınlar ve emekli bekçilere dağıttım. Haber beklediğimi unutuncaya kadar haber bekledim. Sonradan duydum ki resmini çerçeveletip duvarlarına asmışlar, hoşuma gitti bu, hiç alınmadım.

Yanıma bir teleskop alıp mahalledeki en yüksek binanın çatısına çıktım. Gökkubbeye baktım, ışığa kavuşamamış yıldızlar keşfettim ama aralarında seni göremedim. Aynı binanın otoparkında bulduğum ufak deliğe girdim, eriye eriye yerin yedi kat dibine indim. İblisler, pişmanlar ve kızıl saçlı kadınlarla aynı sofraya oturdum, laf arasında senden bahsettim ama hayır, adını bile duymamışlar.

Sokaklara geri döndüm. Yanına beni almamana çok kızdım, öfkeyi kalbime yöneltmeye çalıştığım sırada iki köpek ve bir evsizin arasına sokulup sızdım. Uyandığımda yapayalnızdım. Karlar erimiş, alem yeşermeye başlamıştı. Tüm gücümü toparlayıp harekete geçtim, on dört şehir, iki çöl, yedi deniz aştım. Gördüğüm herkese seni anlattım, benimle aynı kapılardan geçmediğini anladım. Umutsuzluk içinde Kadıköy'ün dar sokaklarının tekinde yürürken çocukluk arkadaşınla karşılaştım.

"Döner, döner," dedi arkadaşın. Elini omzuma atıp feri sönmüş gözlerimin içine baktı. "Senden daha iyisini bulacak değil ya."

Yeniden başladım.

*Sel Yayınları'ndan çıkan Mumsema Han isimli romanın yazarı.