Birleşik Haziran Hareketi, 28 Aralık’ta gerçekleştirdiği ilk Türkiye Meclisi Toplantısının Sonuç Bildirgesinde öncelikli sorun alanı olarak eğitimin altını kalın bir şekilde çizdi. Hatta “Dindar ve kindar bir nesil yaratmak için dayatılan eğitimde gericiliğe izin vermeyeceğiz! Gericiliğe karşı laiklik için ayaktayız! Sokaksa sokak, boykotsa boykot!” diyerek ilk mücadele hattının burada kurulacağını duyurdu. Bildirgenin, üç mücadele alanından (okullar, işyerleri, sokaklar) birincisi olarak okulların belirlenmesi ayrıca anlamlı: Anlamlı çünkü kamusal alan okul, ilk kez siyasi bir metinde demokratikleşmenin merkezlerinden biri olarak işaret ediliyor.

Bir süre önceki yazılarımdan birinin başlığı “Önümüzdeki Gezi’nin teması ‘çocuk’ olabilir”di (19 Eylül 2014). 4+4+4 tartışmasında da saldırganları “Sıcakkanlı (memeli) hayvanların yavrularına dokunmayacaksın” diyerek uyarmaya çalışmıştım (12 Mart 212). Çocuğu kendi dünyasından koparıp ümmetinin basit bir parçası yapmaya kalkışanlara, çocuk üzerinde limitsiz vesayet iddia edenlere ilelebet izin verilemeyeceğinin bildirilmesi gerek. Birleşik Haziran Hareketi, buradan birikmiş tepkiyi bir araya getirip yönetmeye aday olduğunu söylemek istiyor.

Bir devlet düşünün; coğrafyasına renk kattığını söylediği onlarca milliyeti, kültürü, dini kekelemeden peş peşe sayabiliyor fakat konu bunların bilgi ve kültürel kaynaklarını seçmeye, neyi, nerede, nasıl, hangi yöntemle edinmeleri gerektiğine gelince onlara bir tek müfredat gösteriyor. 

Bir devlet düşünün; herkes o devletin başkanının inandığına inanacak, onunla aynı bilgi kaynağını kullanacak. Dahası çocuğunuzu elinizden alıp, onu aleyhinize koşullandırıp size karşı kullanacak. Buna izin verilmez!

Evet, okuldan başlamak ve buna bir dur demek lazım. Fakat bu denli merkezi ve merkezin militer güçleri ile kuşatılmış bir eğitim sisteminin işleyişi engellenebilir mi? Bence sistemin diğer ayaklarının ıslah edilmesini beklemeden okul bazında yapılacak bir sürü şey var: Öğrencinin, nihayetinde toplumun aleyhine eğitim pratiklerini işlemez kılmak hem mümkün hem de meşrudur. Okul, Et Balık Kurumu gibi bir devlet dairesi değil, orada çocuklarımız üzerinde işlem yapılıyor; öğretilen bilginin, öğrenciye telkin edilen tutumun ne olduğunu bilmek, lehimize olmayan öğretilere itiraz etmek hakkımız. Evet, okul herkesin talebini karşılayamaz ancak bir kişinin bile aleyhine olacak davranışı da kazandıramaz. Herhangi bir dinin, milliyetin, sınıfın okul üzerinde egemenlik kurması mutlaka diğerinin aleyhinedir ve bu kabul edilmemelidir.

AKP, toplumu olduğu gibi okulları da dinine, sınıfına ve milliyetine göre ayrıştırdı. Bu konuda Birleşik Haziran Hareketine düşen öncelikli görev, kendi yapısı içindeki öğretmen, öğrenci ve velileri müttefik olarak birlikte davranmaya davet etmek olmalıdır. Eğitimin bu üç asli bileşeni arasındaki ittifak, bilim dışı ders içeriklerini sorgulamaktan eğitim maliyetinin veli üzerine yıkılmasına, din eğitiminden okulunu özgürce seçmeye kadar her alanda demokratik tercihini ortaya koymanın öncüsü olmalıdır.

Tabii önce öğretmenden tarafını belirlemesi istenmelidir; ait olduğu sınıftan yana mı yoksa Ahmet Yıldız’ın dediği gibi hegemonyanın teknisyeni olmaya devam mı edecek. Bu gün öğretmenin büyük çoğunluğu bu teknisyenlik görevini benimsemiş durumda; türbandan din eğitimine, karma eğitim karşıtlığından Arap alfabesine politikacıdan gelen her gerici projenin halka nakledilmesinde görev üstlenmiş öğretmen karşımıza çıkıyor. Önüne konan müfredatın, başta ders kitabı olmak üzere eğitim materyallerinin, uygulaması istenen yöntemin toplumu kime hazırladığını sorgulayan, mesleğinin kuralları takip etmek olmadığına inanan haysiyetli öğretmen ne yazık ki çok az.

Okul, demokratikleşme mücadelesinin alanı olarak bir işlev üstlenecekse, bu azınlığı çoğunluk yapmak gerek. Bunun yolu da öğretmen, öğrenci ve veli arasındaki diyaloğun ‘çocuğun notunu öğrenme’ ilişkisinden öte, onun geleceğine ilişkin politikalar etrafında örülmesidir.