Mevcut konjonktürde demokratik haklar, parçalı bir görüntü arz etse de çözüm, birleşik mücadeleye imkan veren bütünlüklü bir programda ele alınmayı gerektiriyor

Birleşik mücadele için güncel notlar

MEHMET YEŞİLTEPE / mytepe1960@gmail.com

Şimdi,
Ensar’dan yükselen çocuk çığlığını,
Cizre sokaklarında teşhir edilen kadın bedeninin
Sessiz isyanıyla birleştirme zamanı.
Şimdi,
Sur’dan yükselen “Êdî bese” çığlığını
Cerattepe’den yükselen Havva ana çığlığıyla
Aynı karede görebilme zamanı.
Yani Newroz’dan Mayıs’a uzanan baharı görüp
Umudu çiçeklendirme zamanı.

Hangi gündemin öne çıkarılması gerektiğinden, neyin nasıl tartışılacağına ve nerede nasıl durulacağına kadar solda ayrıştırıcı bir belirsizlik söz konusu. Bunda acil meselelerin baskılayıcı etkisinin yanında sınıfsal algı ve duruştaki bozulmanın da rolü vardır. Halbuki birleşik mücadele ihtiyacı belki de hiç olmadığı denli öne çıkmış durumdadır. Ezilen tüm kesimler, rejimin baskısıyla, zoruyla ve peş peşe gelen hak gasplarıyla muhatap edilirken, aynı zamanda ayrıştırıcı ve yalnızlaştırıcı bir kuşatmaya da maruz bırakılıyor. Bu durum, ezilenler zeminindeki farkları ayrı durma nedeni olmaktan çıkaran niteliğiyle birleşik mücadeleyi öncelikli bir ihtiyaç haline getiriyor.

Ne yapmalı-Nasıl yapmalı?

Yoğunlukla örgütsüzlüğü tanımlayan, dolayısıyla da yol göstericilik eksiğini yansıtan mevcut zeminde, giderek sınıfsal bilinç ve duruşun dağılıyor olması başlı başına bir sorundur. Bu bağlamda bugün, “Ne yapmalı-Nasıl yapmalı?” sorusu, irade ortaklaşmasına imkan veren daha birleşik bir zeminde yanıtlanmalıdır; ezilenlerin sorunları örneğin, “Kürtler ölüyor Türkler nerede?” gibi mesafe oluşturucu polemiklerden uzak bir tarzla ele alınmalıdır. Barış meselesi de bu türden bir kapsayıcılığa imkan tanıyan bir zeminde, günübirlik hesaplara boğulmadan gündeme alınmalıdır.

AKP’nin kutuplaştırıcı politikalarına, kardeşleştirici panzehirle yanıt verilmelidir. Bunun yolu, cumhuriyet-laiklik gibi tartışmaları “ulusalcıların işi”, Kürt sorununu Kürtlerin işi addedip üzerinden atlamak değil, doğru zemin ve içerikte gündemdeki yerini almasını sağlamaktır.

Mevcut konjonktürde demokratik haklar, parçalı bir görüntü arz etse de çözüm, birleşik mücadeleye imkan veren bütünlüklü bir programda ele alınmayı gerektiriyor. Eziliyor olmak, var olan çelişmeleri bilince çıkarmak için yeterli değildir. Bunun için kendinde bilinçten kendisi için bilince geçişi sağlayacak örgütlü bir iradeye ihtiyaç vardır. Dolayısıyla yalnızca işçi-emekçi sorunları değil, Kürt meselesi de, kadın sorunu veya laiklik meselesi de burjuva siyaset zemininde çözülemeyecek sorunlardır.

Bugün artık asimilasyon ve tek tipleştirme yalnızca Kürt halkının değil, bütün halkların sorunudur. Bu kapsamda burjuva partileri, aralarındaki farkı giderek küçülten biçimde apolitikleştirilmekte, dernekler-sendikalar varlık sebebiyle aralarındaki açıyı büyüten bir yabancılaşma zeminine çekilmekte, ehlileştirme ve giderek değersizleştirme, tüm toplumsal dinamiklere yönelik bir saldırı olarak gündeme gelmektedir.

Ezilenler cephesinde durum böyleyken, ezenler cephesinde tüm iç çelişmelere ve krizli-savaşlı koşullara rağmen, sınıfsal içerikli bir ortak tavır alabilme kabiliyeti söz konusudur. Din, bu alanda en etkili amaçlardan biri olarak kullanılmaktadır. Dinselleştirme, dini referanslarla toplumun tepeden tırnağa yeniden örgütlenmesidir. Ensar Vakfı, bu amaçla işlevlendirilen kurumlardan sadece biridir. Bu konuda küçümsenemeyecek boyutta yol alındığını da söyleyebiliriz. Örneğin AKP iktidara geldiğinde yaklaşık 65 bin olan imam hatipli öğrenci sayısı, bugün 1 milyon 200 bine çıkmış durumda. Ensar Vakfı’ndan dışarı taşanlar, buzdağının görünen yüzüdür. Toplumda giderek derinleşen geleceksizlik ve güvencesizlik kaygısı, inançların ve beklentilerin istismarıyla yatıştırılmaktadır.

Bu arada, kitleselliğin seçim dönemlerinden kalma oy oranlarıyla değil, örgütlülükle ölçülmesi gereken bir süreçten geçiyoruz. Bu bağlamda halkın sorunları üzerinden politik yaşama katılımının birleşik mücadele perspektifiyle örgütlenmesi büyük önem taşıyor.

Umudu çiçeklendirme zamanı

Karşımızdaki gücün “yürütme kolu başkanı”nın “Kitap okumuyorum, arkadaşlar özet getiriyor” diyen bir seviyede olmasının veya danışmanları eşliğinde Almanya’nın federatif yapısını “üniter” sanmasının, dil sürçmesiyle de olsa Hitler ile kendisi için temenni ettiği başkanlık konumu arasında paralellik kurmasının bu koşullarda onları ciddi anlamda zayıf düşüren bir rolü yok.

Büyük oranda iktidar tarafından domine edilen mevcut koşullarda, örneğin “Goethe ile Goebbels arasında seçim yapmayı gerektiren bir şey yokmuş” gibi davranan, farkları değersizlik ve hiçlik yönünde eriten bir duruş, giderek kapsam büyütüyor. Aydın, “aydın”la, akademisyen akademisyenle etkisizleştirilip, kalıcı bir karanlık için; az anlayan, az düşünen ve azla yetinen bir toplum oluşturuluyor.

“Gazeteciler bir piyanonun tuşları gibi olmalı, biz o tuşa bastığımızda istediğimiz sesi çıkarabilmeliyiz” diyen Goebbels’ten alınan ilhamla, iliştirilmişler dışında gazetecilere yaşam şansı tanımayan bir abluka tesis ediliyor.

Bir taraftan Necip Fazıl ile Nazım’ı aynı potada eritmek isteyen bir değersizleştirme, diğer taraftan etnik ve mezhepsel farkları kaşıyarak halklar arası mesafeleri büyüten bir duruşla karşı karşıyayız.

Kişiyi sistem içinde bir aparata çeviren ve sınıf kardeşliği algısını bulandıran böyle bir iklim karşısında, birleşik mücadele fikrini ve zeminini büyüten bir duruşa ihtiyaç vardır. Lenin’in “Devrimci mücadeleyi, tüm demokratik taleplerle ilgili program ve taktiğe bağlamak zorundayız” sözü bu açıdan önemini koruyor. Haziran bunun güncellenmiş örgütlü ifadesidir.

Bugünün koşullarında, Arabistan’da olduğu gibi idamın, Ankara’dan Paris’e, İstiklal’den Brüksel’e kadar pek çok noktada görüldüğü gibi canlı bombanın, ticaret anlaşması yaparak veya petrol fiyatlarıyla oynayarak rakibini sıkıştırmanın, Panama Belgeleri’nde olduğu gibi “sızdırılan bilgilerin” yeni sürecin enstrümanları olarak kullanıldığı bir dünya konjonktüründe, sorunları da alternatifi de görünür kılan bir harekete (Haziran’a) hiç olmadığı denli ihtiyaç vardır.

Birleşik Haziran, basitçe dayanışma değildir; 2013 Haziran’ında sokakta ezilenler adına gerçekleşen ve umudu büyüten en geniş bağlamdaki yoldaşlaşmanın kalıcı kılınması, planlı-programlı ve örgütlü bir nitelik kazanması çabasıdır; Taksim’de güncellenen Paris Komünü’nün geleceği kazanma ve birlikte kurma ufkuyla birleştirilmesidir.

Şimdi Mozart’ın müziğindeki imkansızı zorlayan notalara, Shakespeare’in şiirindeki bitimsiz derinliğe ihtiyaç var. Çünkü “hayat denilen kavga” bizi 2013’ün 31 Mayıs’ında olduğu gibi Haziran’ca dövüşmeye çağırıyor.

“Bahçıvanlık yapanlar bilir ki, eğer fidan yeşerirse, ileriki yıllarda onu çiçek ve meyveler süsleyecektir.” (Goethe, Faust, s: 13) Bugün, geleceği birlikte kurma ufkuyla umudu çimlendirme zamanı.