Bugünlerde çok sorulan bu soru bir kusuru ifade eder ve yalnızca soru değil aynı zamanda bir saptamadır. İroniktir ama tıpkı Hacı Bektaş’ın “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” temennisindeki gibi bir durumun varlığını da gösterir. Aslında ortada olan birlikte yaşamın kötü formlarından birisidir. Hacı Bektaş “Bir kalalım, iri kalalım, diri kalalım” dememiş, olmayan şeyi –birlikte yaşayabilmenin daha güçlü bir formunu- temenni etmiştir.

Sorulması gereken soru belki de “Birlikte yaşayabilecek miyiz?” değil -artık- “Birlikte nasıl yaşayabiliriz?” ve fakat daha da radikal olarak “Birlikte yaşamalı mıyız?” ya da hadi en “anarşist” haliyle “Birlikte yaşamaya mecbur muyuzdur?”. Arkadaş toplulukları, aileler, etnik gruplar, halklar, milletler ve hatta aşklar bu soruları bu haliyle sormalıdır. Ve “birlikte yaşamaya mecburuz” cevabını verenlerin, ölen ve yurttaşlık haklarını ölü bedeninde de taşıyan 80 yaşındaki bir kadınla, o kadının cansız bedenini barbarca topraktan çıkaran ve vasiyeti olan yere gömülmesini engelleyenlerin nasıl birlikte yaşayacağının da formülünü ortaya koyması gerekmektedir. Ya da katledilen bir öğretmenin ölü bedenini de cezalandırıp suya atmanın hangi birlikte yaşam biçiminde olduğunu da göstermesi gerekmektedir. Eğer bir ölüyü mezarından edebilme erkinin sokaktaki örgütlenişine bir çözüm yolu yoksa, kuşkusuz ki bunun adı “birlikte yaşamak değil”, sadece “birileri için yaşamak” olacaktır.
Birlikte yaşamın hakim formu olan Ulus Devlet projesi insanlık tarihi boyunca ortaya çıkan en müthiş, en cazibeli ve en güçlü bir arada yaşama projelerinden birisidir ve hala elinde tuttuğu bu gücü kimseye kaptırmış değildir. Etnik ayrılıkçılık ve etnik milliyetçilik ise bizzat bu projeye saldırıdır ancak –paradoksal ve ilginç olarak- hem bu projenin nedeni hem de sonucudur. Ulus Devlet projesi yerine daha etkin bir birlikte yaşama pratiği olarak ümmeti öneren “İslamcılık” da kısa bir sürede bu projeden daha güçlü olmadığını ve olamayacağını acı bir şekilde tecrübe etmiştir. Bir birlikte yaşam formu olarak ulus devlet çağımızda aşılabilmiş değildir ancak hem devletlerarası hiyerarşi hem de ulus içi hiyerarşinin giderilemez hali sıkıntıları ayyuka çıkarmıştır. Bugün farklı birlikte yaşam olanakları siyaset biliminin konusudur ancak siyaset bilimi ve siyaset felsefesi –bu bağlamda- bir yanılgı üzerine kendisini inşa etmektedir.

“Birlikte yaşayabilme etiği”, genel olarak, birlikte iyi bir yaşama ve toplumsal forma ulaşabilmenin yolu olarak algılanır ve bu şekilde kurgulanır. Oysa etik, birlikte yaşamaktan ya da ötekine saygıdan ziyade (Aşina olanlar için Levinas etiği), hasbelkader bir araya gelmiş taraflara (herkese) gelecek kötülükleri engelleyebilme üzerine kurulmalıdır. Gerçek budur.
Bütün dinler ve ideolojiler iyinin tanımından önce kötünün tanımını ve bu kötünün birlikte yaşayan topluluk tarafından nasıl karşılanması gerektiğini –yani suç ve cezayı- ortaya koymuştur. Birileri için yasak olmayan, kötü sayılmayan davranış, hal ve durumların diğerleri için kötü, yasak sayıldığı yerde birlikte yaşam yoktur; “birileri için yaşam” vardır. Alain Badiou’nun deyimiyle insan hakları, birilerine iyilik yapma haklarından öte, kötülük görmeme haklarıdır. Birilerinin “kötülük görüyoruz” dediği yerde ölüsünün de dirisinin de birlikte yaşayabilme şansı ise artık azalmaya başlamıştır ve hatta son bulmuştur. Dolayısıyla ancak kötünün tanımı ve bu tanım üzerindeki mutabakat birlikte yaşamanın yollarını açacaktır.

Başa dönelim. İlk soruya. Birlikte yaşayabilecek miyiz? Bunun cevabı verilebilir bir cevap değil, uygulanabilir bir cevaptır. Mezarından çıkarılan bir ölüyle, bir ölüyü mezarından çıkaran bir dirinin –bir ölü ve bir diri söz konusu olmasına karşın- birlikte yaşayabilmesinin yolu buradaki kötülüğün derhal ve hızla yok edilmesidir. Yoksa bu soru ancak absürd ve gereksiz bir soru olarak sözde demokrasinin tesisi için bir oyalama aracı olarak kalacaktır.

Bir arada yaşamak aslında bir peri masalıdır. Ve ancak bir kaç kişiyle bir arada yaşayabilecek ve paylaşabilecek yeteneğe sahip olan insan için kendi -bir kaç kişilik- kapasitesinin üzerindeki her topluluk karşılıklı iyilikten ziyade karşılıklı kötülüğün bertaraf edilebilme gücünden kurulmuştur. Olası kötülüğün bertaraf edilebilme potansiyeline sahip bir birliktelik anlayışından... Toplum sevgi ve saygı üzerine değil, korku ve bu korkunun bertaraf edilebilmesi için ortaya çıkan yasak ve kötülüğün defi üzerine inşa edilir... Sevgi ve saygı insanların meziyetidir, toplumların kuruluş mekanizması değil...