Eğitim emekçileri mücadelesi; yaşadığımız topraklarda birlikte yol yürümenin en güzel türküsüdür. Eğitim emekçileri mücadelesi; katledilen, tutuklanan, meslekleri ellerinden alınan, sürgün edilen ancak asla ve asla eşit ve özgür bir gelecek mücadelesinden vazgeçmemenin tarihini yazma inadıdır, kararlılığıdır. Eğitim emekçileri mücadelesi; eşitlik, özgürlük, demokrasi, laiklik ve barış için bir yaşam adayan on binlerin hikayesidir.

Eğitim emekçileri mücadelesinde geçtiğimiz son 3,5 yıl çok zorlu ama bir o kadar da kelimelere sığmayacak kadar anlamlı ve onur verici bir süreçti. 3,5 yıl önce birlikte bir söz vermiştik, eğitim emekçileri mücadelesini ilk kurduğumuz yerlerden iş yerlerimizden yeniden inşa edeceğiz, susturamayacaklar, 112 yıllık bir mücadele tarihinin mirasını taşıyoruz demiştik. Biz en büyük direnişlerimizi birbirimizin ellerinden en sıkı tuttuğumuz, omuz omuza en güçlü yan yana geldiğimiz zamanlarda yarattık; “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya hep Beraber Ya Hiçbirimiz” diye haykırmıştık.

Hangi yaşanmışlık yazarak anlatılabilir, kelimelere, cümlelere sığar mı on binlerce emek?

Bir arkadaşımızın telefonla arayarak geçici bir iş bulduğunu, dayanışmaya ara verilmesini, daha fazla ihtiyacı olan arkadaşlara iletilmesini istediği anı mı konuşmak, paylaşmak gerekiyor?

Son arkadaşımız da geri dönünceye kadar diyerek örgütlediğimiz eylemleri, dayanışmayı mı?

Sürgün edildiği sırada kanser tedavisi gören, bir çocuğundan ayrı, diğer küçük yaştaki çocuğu ile başka bir ilde yaşamak zorunda kalan bir arkadaşımızın; “O kadar çok arkadaşımız o kadar büyük bedeller ödedi ki... Katledildi arkadaşlarımız, tutuklandı, meslekleri ellerinden alındı, arkadaşlarımıza yaşatılanların yanında benin ödediğim bedel nedir ki?” diyen sözlerini mi?

Siyasi iktidarın valisi tarafından sürgün edilen arkadaşlarımız hedef gösterildiğinde ülkenin her yerinde ilmek ilmek örgütlenen mücadeleyi mi, dayanışmayı mı?

TÖS’lü, TÖB-DER’li öncüllerimizin, yol arkadaşlarımızın ülkenin her yerinde sendika bildirileri, broşürleri ile köy köy, ilçe ilçe, il il iş yeri çalışma yapmasını, eylemlerimizde en yüksek sesle haykırmaya devam etmelerini mi?

Eylemlerimizi, mitinglerimizi örgütlemek, eğitim emekçileri mücadelesini yeniden iş yerlerinden doğru inşa etmek ve daha fazla iş yerine ulaşmak için okullara, üniversitelere binbir güçlükle, emekle ulaşmaya çalışan arkadaşlarımızı mı?

Yüzlerce okulda, üniversitelerde yaptığımız toplantıları, her iş yerinde dimdik ayakta duran bugünümüze ve geleceğimize sahip çıkan arkadaşlarımızı mı?

Mesleğime dokunma diyerek; OHAL’in en karanlık günlerinde tüm eğitim ve bilim emekçilerine seslenen en geniş mücadele hattını örme, iş yeri iş yeri gezerek örgütleme çabasını mı?

Öğrencime dokunma sesini yeni rejimin; sermayenin ve siyasi iktidarın ihtiyacına karşılık dayattığı okullaşma politikasını her okulu bir mücadele alanına dönüştürerek yarattığımız onlarca eylemi mi?

Öğretmen Dünyayı Değiştirir; diyerek “İktidarın değil, halkın öğretmeniyiz” diyerek örgütlediğimiz, haykırdığımız sesi mi?

Haklarımız, geleceğimiz ve öğrencilerimizin eğitim hakkı için Ankara mitingimizi; mitinge saatler kala dahi okul okul, üniversite üniversite mitingi örgütleme kararlılığımızı mı?

23 Kasım’da Ankara’da; “Bu toprakların her yerinden “BARIŞ” diye haykırarak 10 Ekim’de Ankara’ya gelen, katledilen çocuklarımıza, yol arkadaşlarımıza verdiğimiz söz için buradayız. Faşizme meydan okumak için buradayız, diye haykırdığımızda yüreğimizde hissettiğimiz ortak acıyı, aynı anda akan göz yaşlarımızı mı?

Farklı illerde, ilçelerde; anne, babaların; yıllardır sendika binalarında büyüttükleri çocukları ile birlikte yürütme kurullarında, iş yerlerinde sorumluluk aldığını mı?

Adliye önlerini kürsülere dönüştüren Barış Akademisyeni arkadaşlarımızın, sesini, il il dayanışmayı, mücadeleyi her yerde örgütleyen eylemlerimizi mi?

Salgında egemenlerin yazmaya çalıştığı tarihe karşı, emekçilerin, ezilenlerin, eşit ve özgür bir gelecek mücadelesinden vazgeçmeyenlerin tarihini yazma, salgına rağmen her yerde ortak mücadeleyi örme çabamızı mı?

Salgın neoliberal politikaların iflasının; “Virüs zengin, yoksul tanımıyor.” söylemlerinin hiçbir karşılığı olmadığının kanıtıydı. Emekçiler sermayenin, siyasi iktidarların ikbali için yaşamları pahasına çalıştırıldı, başta kamusal sağlık ve kamusal eğitim hakkı olmak üzere en temel hakları ellerinden alındı. Yoksul ailelerin çocuklarının eğitimden kopuşu her geçen gün hızlandı. Eğitimde eşitsizliğin derinleştiği her gün çocuklar ya sermaye için ucuz iş gücü olmaya zorlandı, ya da gerici, köktenci grupların hedefi haline getirildi.

Salgında yürüttüğümüz mücadelenin yarattığı güçlü karşılık 3, 5 yıllık kesintisiz, gece gündüz süren emeğimizin sonucuydu. Kadrolu, sözleşmeli, ücretli, hukuksuzca ihraç edilen, kamuda özelde güvencesiz çalıştırılan, ataması yapılmayan tüm eğitim ve bilim emekçileri ile birlikte haklarımıza, öğrencilerimizin eğitim hakkına ve ortak geleceğimize sahip çıkan bir mücadele hattını örgütledik.

Hep birlikte gecemizi gündüzümüze kattık. Kesintisiz bir 3; 5 yıldı. Kesintisiz olmak zorundaydı çünkü eğitim emekçileri mücadelesine bir yaşam adayan tüm arkadaşlarımıza, “Biz Çocuklarımıza Onurlu Bir Gelecek Bırakacağız.” diyerek bu topraklardaki tüm çocuklara bir söz vermiştik. Siyasi iktidarın yaratmaya çalıştığı hegemonyaya, karanlığa, yeni rejime karşı eşitlikten, özgürlükten, laiklikten, barıştan yana bir geleceği kurma sözü vermiştik. Her anı, her dakikası anlatılamayacak kadar değerli ve onur vericiydi...

Bir türkü ancak bu kadar güzel söylenebilirdi...