Birol Ünel’in ardından…

MURAT TIRPAN

Oğuzhan Tercan’ın 2005 yapımı filmi Hırsız Var çok iyi bir iş olmasa da bir sahnesinde karşılıklı oynayan iki oyuncu son derece mühimdir: Birol Ünel ve Haldun Boysan. Bu iki büyük oyuncuyu da ne yazık ki aynı hafta içinde kaybettik, 2020 çok şeyi alıp götürdüğü gibi bu iki oyuncuyu da aldı aramızdan. Bu yazıda biraz Ünel’den bahsedelim.

Birol Ünel 1961, Mersin ya da kendi vurgusuyla Silifke doğumlu. Altı çocuklu ailesi 1968 yılında Almanya’ya göç etmiş, Ünel sahip olduğu her şeyi kendi elleriyle başarmıştı. Hannover’a giderek burada Tiyatro ve Müzik Yüksek Okulu’nda okuyan oyuncu, “Önümde bir örnek yoktu. Oyuncu olmaya karar verdim. Okula gittim ve 3 bin 600 başvuru arasından seçildim.” diyordu. Bir zamanlar parke döşemeciliği yapıyordu, parkeleri o döşüyor üzerindeyse başkaları dans ediyordu. Ta ki 1987 yılında ‘Yolcu’ (Der Passagier) filmiyle sinema kariyerine başladığı ana dek. Podyuma çıkma sırası artık ondaydı. Hem tiyatroda hem de sinemada kanıtladı kendisini. 2000 yılında Fatih Akın’ın yönettiği ‘Temmuzda’ (Im Juli) filmiyle tanınmaya başladı, 2004 yılında ise ‘Duvara Karşı’ onu uluslararası bir şöhret haline getirdi.

Çoğunlukla bu filmle anılsa da Jean-Jacques Annaud’nun yönettiği ‘Kapıdaki Düşman ve Asia Argento’yla başrolü paylaştığı Tony Gatlif filmi Transilvanya dahil altmışa yakın filmden oluşan bir filmografisi vardır. Bu filmlerin çoğunda rolleri filmin önüne geçmiştir. Örneğin Soul Kitchen gibi bir film (ne yazık ki) boş salonlara oynayıp bir haftada vizyondan çıkmışken bile onun agresif ve komik aşçı karakteri akıllarda kalmıştır. Temmuzda Moritz Bleibtreu’nun güzelliği kadar onun karizmasıyla da hatırlanır. Transilvanya’daki doğum sahnesinden aklımızda Argento’nun çığlıkları kadar onun sigarayı tersten içişi de kalmıştır.

Ünel bohem bir karizmanın görsel tanımıydı, ‘cool’du. Dick Pountain “Cool: Bir Tavrın Anatomisi” kitabında cool olanın temel özelliklerinden birinin çok konuşmamak olduğunu yazar. Ünel de çok konuşmazdı, kendi telaffuzuyla ‘Meğsin’de bıraktığı anadilini unuttuğundan ya da Almanca’ya hakim olmadığından değil, Duvara Karşı’daki bir repliğinde söylediği gibi Türkçesini çöpe attığından da değil, tastamam öyle bir adam olduğundan. Gatlif filmi Transilvanya’da da belki bu yüzden birkaç cümle İngilizce ve Fransızcayla idare etmişti. Aksanlı filmlerin büyük oyuncusuydu.

Nick Cave ve Mickey Rouke karşımı bir tipti, sokaklarda uyurken çekilen magazinin atladığı fotoğraflarında bile yakışıklı ve hala punktı. O kadar karizma bir duruşu vardı ki Nil Karaibrahimgil’in sulu şarkısı He-Men’in klibine bile Eastern Promises’vari bir hava getirebilmişti.

Beş yıl kadar önce Welt ve Bild gibi Alman bulvar gazetelerinde Ünel’in sokakta kaldığına dair (evsiz olduğu) haberleri çıkmıştı. Magazincilerin üzerine atladığı bu haberler elbette üzücüydü ama onun elindeki tüm parayı birileri için hemen harcayabilecek kadar yardımsever ama öte yandan parasız kaldığında da kolayca yardım isteyecek kadar rahat olduğunu biliyorduk. Zaten sonrasında da düzeleceğine dair açıklamalar yapmıştı. Ve belki tüm bunlardan dolayı Duvara Karşı’daki karakterini büyük bir başarıyla canlandırmıştı.

Filmin Güven Kıraç’la olan bar sahnesinde, aşığım diyerek barın üzerindeki bardaklara eliyle vurup kırdığında, hemen sonra ise elleri kan içinde kaldığında acı çekerek dans ettiğinde karakteri Cahit Tomruk’un gerçek olduğuna zaten kani olmuştuk. Ünel sonra bizi teyit etti, “aslında Duvara Karşı’daki karakterime çok benziyorum” diyerek. Bir röportajında da “Kurt Cobain nihilistti, ben değilim. O ölümünü sahneledi ama ben hayatımı sahneliyorum” diyordu. Bild’e malzeme olan hayatını gizlemeye çalışmadı hiç.

Sonra şimdi, Duvara Karşı’nın sonundaki gibi, Çağlar Turizm’in cam kenarı koltuklarından birinde Silifke’ye doğru yola çıkan Cahit Tomruk gibi çıktı gitti hayatımızdan. Tam da kameranın durduğu yerden otobüsün gidişini izlerken bulduk kendimizi. “Bitte Cahit elini ayağını öpeyim bitte” demek istedik ardından. Fonda da Selim Sesler çalıyordu elbette, “Şu karşıki dağda bir fener yanar..”