Parası olmayanı kalabalık, sağlıksız ve yavaş toplutaşıma araçlarına mahkûm eden uygulamalar, sosyal belediyecilik anlayışını temsil ediyor olabilir mi? Medeniyetten bu kadar uzak bir yerel yönetim yapısının bisikletçileri düşünmesi, onlar için çözümler üretmesi elbette beklenemez.

Bisiklet günlükleri-3: Bisiklet şehirleri sosyal belediyecilikle mümkün

AHMET YEŞİL - ahmetyesil08@gmail.com

Özellikle büyükşehirlerde, ulaşımını bisikletle sağlayan kişilerin sosyal belediyeciliğin güzelliklerini deneyimleme adına daha istekli ve duyarlı olduklarını söylemek mümkün. Çünkü bisikletçiler genel olarak herkesin bisiklet sürmesini isteyen, haliyle de herkesin güven ve huzurla bisiklet sürebileceği bir şehir planlaması düşleyenlerdir. Ben de işine gücüne, dost buluşmalarına, alışverişine, tatiline kısaca hemen her yere bisikletle giden biri olarak diğer binlerce bisikletçi yoldaşımla aynı istek ve umudu paylaşıyorum.

Ülkemiz şehirlerinin birçoğunda yaşayan yurttaşlara belediyeler toplu ulaşım hizmeti verir gibi görünse de gerçekte vermez. Hiç de az olmayan bir bilet ücreti karşılığında size sunulan kalitesiz, havasız, pis ve kalabalık taşıtlarla şehrin az sayıda noktasına ulaşmaktır. Çoğu zaman, istediğiniz semte gitmek için birkaç vasıta değiştirmeniz gerekir. Ülkemizde toplu ulaşımı seçerseniz karşılaşacağınız durum çoğunlukla budur.


Ama otomobiliniz varsa, sekiz şeritli yollarda, son sürat hızla, istediğiniz yere varırsınız. Belediye sizi otomobil almaya teşvik etmektedir âdeta. Ya fahiş vergiler ödeyerek otomobil alırsınız, dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanırsınız ve sigortasını yaptırırken bile devleti beslersiniz ya da ucuz ulaşım adı altında sağlıksız ve kalitesiz toplutaşıma araçlarına mahkûm olursunuz. Aynı belediyecilik anlayışı yıllar içerisinde kaldırımları, parkları, sosyal alanları da yok ederek insanları AVM’lerde vakit geçirmeye muhtaç bırakmıştır. Otoyollar ve alışveriş merkezleriyle kaplanan şehirler âdeta insansız kalmıştır.

PEKİ, NEYDİ SOSYAL BELEDİYECİLİK?

Elbette emekti, sevgiydi! Toplumun tüm kesimlerinin sorun, ihtiyaç ve taleplerine cevap veren; eğitim, kültür, sağlık ve ulaşımı herkes için nitelikli ve yaygın hâle getirmek için çabalayan; bunu yaparken de insana odaklanan bir yapıyı düşünmeliyiz, sosyal belediyecilik derken. Peki, ülkemizde bu anlamda bir sosyal belediyecilikten söz edilebilir mi? Elbette, hayır!

Şehrin meydanlarını araçların trafiğe takılmaması için yayalara kapatan bir zihniyetin, insan odaklı bir belediyecilik anlayışına sahip olduğu düşünülebilir mi? Ya bir türlü ilerlemeyen, tamamlanmayan metro inşaatlarına ne demeli? Kaldırımları engellilerin kullanımına uygun hâle getirmeyen, araç trafiğini aksamasın diye insanları üst geçitlere tırmanmaya mecbur bırakan, parası olmayanı kalabalık, sağlıksız ve yavaş toplutaşıma araçlarına mahkûm eden uygulamalar, sosyal belediyecilik anlayışını temsil ediyor olabilir mi?

Medeniyetten bu kadar uzak bir yerel yönetim yapısının bisikletçileri düşünmesi, onlar için çözümler üretmesi elbette beklenemez. Hatta çoğu şehrimizde, ulaşımda bisikletten söz etmek, bisikletli ulaşım altyapısını konuşmak bile lüks sayılır. Biz yine de konuşalım, konuşmalıyız.

Otoyol çöplüğüne dönüşen şehirlerimizde çoğunlukla bol şeritli otoyolların kenarları bariyerle örülmüştür. Bisiklet sürücüleri, emniyet şeridinin olmadığı bu yollarda, son hız giden araçlarla bariyer arasında her an sıkışma tehlikesi yaşar. Yollar geniş ama asfaltı kalitesizdir; kenardan içe doğru çukurlaşır. Yol kenarında bisikletinizin lastiğini dikine kesen çukurlarda kendinizi bir anda yerde bulabilirsiniz. Asfalt üzerine yerleştirilen ızgaralar yanlamasına değil dikine konmuştur, bisikletçiler için büyük tehlike kaynağıdır bu durum.

Peki, ya sokaklar? Otoparkı olmadan yapılaşmaya izin verilen sokaklarda otomobiller kaldırımları işgal eder. Yürümenin bile zor olduğu bu kaldırımlarda kimseye rahatsızlık vermeden yavaşça bisiklet sürmek de mümkün değildir. Aşırı kalabalık toplutaşıma araçlarına bisikletle binmek imkânsızdır. Her gün biraz daha genişleyen şehirlerimizde bir yerden bir yere bisikletle gitmek zorlu bir mücadele becerisini, yüksek form düzeyini ve çelik gibi sağlam bir sinir sistemini gerektirir.


NE YAPMALI?

Bugün dünyanın gelişmiş ülkelerinde insanın mutluluğuna yapılan yatırımlara şahit oluyor, sosyal devlet ilkesinin doğru uygulandığını görüyoruz. Tüm yaşamı kapitalist üretim biçimine dayalı düzenleyen anlayışın ise tam tersine insanları refaha ulaştıramadığı görülüyor. Otomobil alımını özendirip maddi getiri sağlamayı amaç edinen bizimki gibi ülkeler, uzun vadede cari açık ve bunun sonucunda fakirleşmeyle baş başa kalıyor. Hareketsiz yaşam, hastalıkların artmasına sebep oluyor. İnsanın mutluluğunu değil maddiyatı önemseyen yönetim yapısı, maddi hedeflerine kısa vadede ulaşmış gibi gözükse de uzun vadede borçlu, sağlıksız ve mutsuz bir nüfusun sorunlarıyla baş etmek zorunda kalıyor.

‘ÇOCUK ÖLÜMLERİNİ DURDURUN’

Yaşanan süreç, 1950’lerdeki Hollanda ile aynı görünüyor. Önce otomobilin teşvik edilmesi, ardından yol yapmak için şehirlerin bozulması, otoparklar için şehir parklarının işgal edilmesi, enerjide dışa bağımlılığın artması ve artan trafik kazaları ve yaygın ölümler. Peki, sonrasında ne oluyor? Stop de kindermood (Çocuk Ölümlerini Durdurun) hareketi başlıyor. Özellikle bisikletçilerin öncülük ettiği bu hareket yol işgalleri yapıyor, çevreci kurumları destekliyor, belediyeleri bisikletli yaşam için adım atmaya zorluyor. Sonuçta bisiklet yolları yapılıyor, şehir merkezlerine otomobil girişleri kısıtlanıyor, hatta haftanın belli günlerinde şehir merkezlerine otomobil girişi tamamen yasaklanıyor. Bugün Hollanda, insanların işe bisikletle gidip geldiği, sağlığını koruduğu, huzur bulduğu, çevreci ve gürültüsüz bir ülke.

BAŞARABİLİR MİYİZ?

Bunu biz de başarabiliriz. Öncelikle, insanların hakları olduğunu, belediyelerin bu hakları insanlara vermekle yükümlü olduğunu anlatarak işe başlayabiliriz. Bisikletlerin sadece parklarda gezinmek için var olmadığını, ulaşım için en sağlıklı, en ekonomik, en mutluluk verici araç olduğunu anlatarak insanları bisiklet edinmeye özendirebiliriz. Belediyeleri bisikletli ulaşımı teşvik etmek için altyapı hazırlıklarına zorlamalı, bunun için sosyal medyada örgütlenmeliyiz. Kafe, lokanta, okul, kültür-sanat merkezi gibi yerlerde bisiklet parkı yapılmasını talep etmeli, bisiklet dostu mekânları öne çıkarmalıyız.

Sürelim ya da sürmeyelim, hepimiz bisikleti seviyoruz. Ülkemizin bisiklet ülkesi olması mümkün… Yeter ki örgütlü olalım. Değişim iki pedalda!