2022’de Vingegaard zafere ulaşırken, son iki yılın şampiyonu Sloven Pogačar’la mücadeleleri nefesleri kesti. Kazanmak için aklın sınırlarını zorlayan bisikletçilerin gösterdiği fair-play ruhu milyonları mest etti. 18. etapta kaza yapan rakibini bekleyen Vingegaard, o an sporun illa kazanmak olmadığını tüm dünyaya gösteriyordu. Pogačar’ın onu yakaladıktan sonra elini sıkması, sadece bisiklet değil, spor tarihine geçti.

Bisikletle yazılan tarih
Jonas Vingegaard (Fotoğraf: theuaetour.com)

Bisiklet, kocaman bir çember. Sınırsız, sonsuz… Bir bulaşanın kendisini kaptırdığı bir girdap. Hayatında pedal çevirmemişlerin bile yer yer tutkuyla takip ettiği bir delilik büyük turlar. İşte onların şahikâsı için vakt-i zamanında bir dağ etabında açılan pankart her şeyi anlatıyordu: “Bizim virüsümüz, Fransa Bisiklet Turu.”

Milyonları saatlerce ekranları başına mıhlayan, on binlerce kişinin yerinde takip ettiği bir çılgınlık Fransa Bisiklet Turu; nam-ı diğer Tur. Tarihi Dreyfus Davası’nın doğurduğu, 23 günde düzenlenen 21 etap, kat edilen kilometreler… Şüphesiz her yarış, birçok öyküyü barındırıyor. İzledikçe birçokları bir girdabın içinde kayboluyor.

2022’de Danimarkalı Jonas Vingegaard zafere ulaşırken, son iki yılın şampiyonu Sloven Tadej Pogačar’la mücadeleleri nefesleri kesti. Kazanmak için aklın sınırlarını zorlayan bisikletçilerin gösterdiği fair-play ruhu milyonları mest etti. 18. etapta kaza yapan rakibini bekleyen Vingegaard, o an sporun illa kazanmak olmadığını tüm dünyaya gösteriyordu. Pogačar’ın onu yakaladıktan sonra elini sıkması, sadece bisiklet değil, spor tarihine geçti.

Peki aslında bu çılgınlık nasıl başlamıştı? Sanki biraz geriye dönmeli, o sonsuz döngünün peşine düşmeli…

PEDALLARLA YAZILAN TARİH

Fransa’da bisiklet 19. yüzyılda büyük bir tutku halini almıştı. 28 Nisan 1893’te getirilen 10 franklık bisiklet vergisini ödeyen 138 bin kişi vardı. Kısa süre sonra bu vergi 6 Frank’a düşürülüyor, kayıtlı bisiklet sayısı 1900’de bir milyona ulaşıyordu. İşte gazeteler, bisiklet üreticilerinin de bulunduğu iş insanları için önemli reklam fırsatları sunuyordu. 1892’de kurulan o günlerin bir numaralı spor gazetesi Le Vélo günlük 80 binlik tirajıyla dikkat çekiyordu. Bisikletin Arnavut kaldırımlarında yapılan tek günlük “kabir azabı” Paris-Roubaix yarışlarının 1896’da başlamasına da vesile olan yayın organı giderek güçlenirken, Fransa’yı ikiye bölen Dreyfus Davası’yla her şey değişiyordu.

Gazetenin editörü Pierre Giffard, tarihin ilk bisiklet organizatörlerinden biriydi. Solcuydu, zamanın bilinen gazetecilerindendi. Yolu Le Figaro’dan da geçen Giffard, 1896’da ilk Paris Maratonu’nu da düzenlemişti. Fransa’nın sırlarını düşmanlara satmakla, Almanlar için casusluk yapmakla suçlanan Yahudi asker Alfred Dreyfus’ün masumiyetine inanıyordu. Emile Zola gibi o da ateşli muhalifler arasındaydı; yazdıkları bardağı taşırıyordu. Dreyfus karşıtı reklam veren sanayiciler onunla aynı fikirde değildi. Bir zamanların en büyük otomobil üreticisi olan De Dion-Bouton’un kurucularından Kont Jules-Albert de Dion ve Édouard Michelin, 1893’te bisiklette dünya rekoru kıran Henri Desgrange’ı Le Vélo’ya rakip bir gazete çıkarma işini veriyorlardı. Böylece 1900’de L'Auto-Vélo kurulmuştu.

Gazetelerin ilk savaşını mahkemede Le Vélo kazanıyor, rakibinin ismi L’Auto oluyordu. İkinci “Vélo” rekabet yasalarına takılmıştı. Desgrange’ın rakip gazeteden transfer ettiği 26 yaşındaki bisiklet ve ragbi yazarı Géo Lefèvre’in verdiği fikirle bisiklet şahikasına kavuşuyordu: “Hadi Fransa’yı baştan başa dolaşan bir yarış yapalım. Bu yarışı her gün gazeteden duyuralım. Her yerde gazete satarız. Tirajlar patlar.”

Fransa Bisiklet Turu’nda ilk kez pedallar 1 Temmuz 1903’te dönüyordu. Katılan 60 sporcunun çoğu yarışı tamamlayamazken, toplam 2428 kilometreden oluşan altı etabın sonunda 19 Temmuz’da gülen Maurice Garin tarihe geçmişti. Selede 94 saatten fazla geçiren bisikletçi, o günün parasıyla yaklaşık 6 bin frank kazanmıştı.

Beklentiler gerçek oluyor, L’Auto’nun tirajı katlanıyordu. İlk Tur’un bitişinden sonra hazırlanan özel nüsha tam 130 bin adet satılmıştı. Bu sayı 1933’te 850 bini aşacaktı. Onlar yükselirken, gözden düşen Le Vélo 1904’te kapanıyordu. Tarihçilere göre birçokları Fransa’nın coğrafyasını düzenli yapılan bu yarış haberleriyle öğreniyordu.

Dünya savaşları dışında sürekli yapılan Tur, zamanla modern hâlini alıyordu. 1905’te etaplar gün içinde yapılmaya başlanmış, tırmanışlar eklenmişti. Günümüzün ikonik dağ etaplarına ev sahipliği yapan Pireneler 1910, Alpler ise 1911’de yarışa dahil ediliyordu. Mesafeler kısaltılıyor, mekanik problemlerde yardım almaya izin veriliyordu.

Tur’un emekleme yılları, “kahramanlar çağı”ydı. Günümüzde gördüğümüz gibi süper yıldızlar, güçlü takımlar, çuval dolusu paralar o zamanlarda yoktu. Öncesi biraz destandı; gerçekle efsanelerin iç içe girdiği bir dönemde selesiyle hayata tutunmaya çalışan birtakım gözü kara delilere, gazeteciler, edebiyatçılar destek veriyordu. Bisikletçilerin çektiği azap, usta yazarların satırları sayesinde on binlerce insanla buluşuyordu.

1919’da L’Auto’nun sarı sayfaları, yarışın liderinin taşıyacağı mayoyu belirlemişti. Böylece uğruna ne acılar çekilen bir mitin rengi doğmuştu. 1931’de gazetenin genel yayın yönetmenliğine getirilen Jacques Goddet, beş yıl sonra da yaşlanan Desgrange’dan bayrağı teslim alıyor, Tur’un organizatörü oluyordu.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’yı işgal eden Naziler, epik bisiklet yarışının yapılmasını istiyordu. Degrange’ın vefatından sonra daha da güçlenen Goddet, ısrarla organizasyonun düzenlenmesine karşı çıkıyordu. Sayesinde harp yıllarında Tur yapılamamış, bisikletin şahikâsı propaganda aracı olmamıştı.

1946’da yeni bir spor gazetesi kuran Goddet, ertesi yıl Tur’u yine düzenliyordu. 1984’e kadar yönettiği efsanevi yayın organı L'Équipe, yıllardır birçoklarına göre dünyanın en prestijli spor gazetesi durumunda. İçindeki makalelerle spora yön veren gazete, Şampiyon Kulüpler Kupası’ndan Ballon d’Or (Altın Top) Ödülü’ne birçok müseccel markanın ilk önerildiği yer olarak da biliniyor.

Harp sonrasında hayat normalleşiyor, Tur da bugüne yaklaşmaya başlıyordu. Parçalar giderek oturuyor, yeryüzünün en merakla takip edilen spor organizasyonlarından birinde efsaneler doğuyordu…

Gönüllerin şampiyonu Poulidor’la Anquetil’in sönmüş volkanik tepelerdeki düellosu, Amerikalı Greg LeMond’un son etapta Fransız Laurent Fignon’u 50 saniye geriden gelerek devirmesi, dopingin bisikletin üstünde kara bir bulut olarak dolaşması… Tur sayısız olayla hatırlanadursun, Pogačar kimilerinin aklına ister istemez Lance Armstrong’u düşürüyor. Kanseri yendikten sonra 1999-2005 arasında üst üste yedi defa taçlanan ve milyonlara umut Armstrong’un 2010’da dopingi itiraf etmesi spor tarihinin en büyük utançlarından biri olarak kabul ediliyor.

Beş sene önce geçimini sağlayabilmek için fabrikada balık paketleyen Vingegaard ile Pogačar’ın rekabeti, yıllarca nefesleri keseceğe benziyor. Belçikalı sihirbaz Wout van Aert’ı da düşündüğümüzde, rakiplerini sıradan faniler gibi gösteren bu süper kahramanlar sayesinde bisiklet daha uzun süre manşetleri süsleyeceğe benziyor; en azından birçok spor ülkesinde![1]

[1] Fransa Bisiklet Turu için daha kapsamlı bir yazı için bakınız #tarih dergisi, Ağustos 2021 sayısı.