Hangi gerekçeyle olursa olsun, bir partiye oy vermek, o partiyi iradi biçimde tercih etmek anlamına gelir. Tercih etmekse siyasal sorumluluğa ortak olmayı gerektirir

Bitirin ve gidin artık!

MURAT MÜFETTİŞOĞLU - mmufettisoglu@gmail.com

Gelin, şu berbat filmi biraz geriye saralım: Haziran’ daki seçimden önce, iktidarın Kürtler’ le ortaklaşa büyük bir “oyun” tezgahladığını iddia edenler vardı. Ancak çok geçmeden anlaşıldı ki, oyunu iktidar tek başına tezgahlamış... AKP, ülkenin farklı yerlerinde yaktığı ateşin dumanında Kürtleri boğmak isterken kendi kuyruğunu yaktı. Evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Kürtler barajı aştı; yenilen ve başarısızlığı sindiremeyen pehlivanlar “emanet oylar” lakırdısına başladılar. Baş pehlivan güreşe doymadığından, daha doğrusu kuyruk acısı ayyuka çıktığından, anket üstüne anket, siyaset üstüne siyaset yaptı(rdı). Kendisini “kurtaracak” tek seçeneğin koalisyonsuz bir AKP iktidarı olduğunun farkındaydı, velhasıl erken seçim “şarttı”. HDP’ ye kaptırdığı Kürt oylarının geri gelmeyeceğini bildiğinden, gözünü milliyetçi oylara dikti. Yöntem belliydi; propagandanın dili sertleşmeli, doksanlı yıllara geri dönülmeliydi. “Emanet oylar” balonu gökyüzünde süzülürken, olan yerdeki Türk ve Kürt canlara oldu.

"OYUNUZ EMANET MİDİR?"

Yukarıdaki sorunun cevabı doğal olarak ‘evet’ veya ‘hayır’ biçiminde verilir. Bir araştırma firmasının genel seçim sonrası yaptığı ankete göre, HDP’ nin %13.1’ lik oy oranı içinde %2,5’ luk bir kesim soruya ‘evet’ şeklinde cevap vermiş... Cevap ne olursa olsun, zarfların aynı sandığa düştüğünü hatırlamakta fayda var. Hal buyken, ‘emanet oy’ kavramı üzerinden yapılan tacizlerin ve tacizcilerin ipini pazara çıkarmak, tercihlerimizin arkasında durmak anlamına gelir, ki seçmen olarak öncelikli sorumluluğumuzdur. Seçtiklerimizin sorumluluklarına gelince; sözlerinin arkasında durmaları, içten ve kararlı olmaları yeterlidir. HDP’ ye oy verenler, son tahlilde barışa katkı sunmak için verdiler. Barışın olmadığı bir ülkede özgürlükten, demokrasiden ve toplumsal refahtan söz edilemeyeceğini biliyorlardı çünkü. Görünen o ki, ‘onu başkan yaptırmamak’ yetmiyor; ‘onlara savaş yaptırmamak’ da gerekiyor.

“Oyunuz emanet midir?” sorusuna ‘evet’ diyenlerin ortak açıklaması üç aşağı beş yukarı şöyle: “Açıkçası HDP’ ye mesafeliyim, hatta başka bir partiyi tutuyorum, taktik gereği oy verdim. Ayrıca, seçim öncesi söyledikleri ve duruşları da hoşuma gitti. Sözlerini tutmaz, duruşlarını bozarlarsa oyumla birlikte iplerini çekerim.” Aktüel politika açısından bence makul gerekçeler. Gelelim HDP’ yi gönülden destekleyenlere: Partiyle aralarında anayasal, mutlak, değişmez, koşulsuz ve karşılıksız bir bağlılık olduğunu doğrusu düşünmüyorum. Dedim ya, o veya bu sebeple oy verenler, sadece daha fazla özgürlük, demokrasi, adalet ve barış için verdiler.

Doğrudur, 7 Haziran ertesi HDP’ li yöneticiler de ‘kendilerine verilen “emanet oyları” boşa çıkarmayacaklarını’ söylediler. Türkiyelileşme ve toplumsal barış yolunda aldıkları sorumluluğun bilincinde olduklarına dair yerinde beyanlardı bence. Gel gelelim, pehlivanlar ve (yağlı) kalemşorları meseleyi tersten okumayı tercih ettiler. Gerçi onları da anlamaya çalışmak lazım; altı milyonun üzerinde oy almış, meclise seksen milletvekili sokmuş, en büyük metropolde üçüncü olmuş “sakıncalı” bir partinin politik başarısını sindirmek o kadar kolay olmasa gerek.

OY AVCILIĞINDAN CAN AVCILIĞINA

Parlamenter sistemde bir seçmenin partisiyle kurduğu ilişki, özünde ‘yakınlık uzaklık’ ilişkisidir. Parti, kitlenin taleplerine göre kendisini güncellerken, seçmen de ona göre pozisyon alır. Zemin kaygan, varyasyonlar “sayısızdır”. Misal, “AKP’ yi geriletecekse MHP’ ye bile oy veririm” diyen “solcular” çıktı. (Onüç yıldır insanların gırtlağında biriken öfkeyi bildiğimden, kısmen anladığım bir durum, ancak katılmıyorum, ayrı konu). Diyeceğim, parlamenter siyasetin “makul” gerekleri bunlar. Dolayısıyla “emanet oy” tacizi yapanlara ve bu duruma bilmeden destek verenlere sormak lazım: 1) Hangi partinin aldığı oy emanet değildir? 2) Oy avcılığından can avcılığına uzanan bu sorumsuzluğa neden ortak oluyorsunuz?

Hangi gerekçeyle olursa olsun, bir partiye oy vermek, o partiyi iradi biçimde tercih etmek anlamına gelir. Tercih etmekse siyasal sorumluluğa ortak olmayı gerektirir. Seçmen olarak partinizi takip eder, onu denetler ve daha iyisi için katkı sunarsanız, tercih nedenlerinizi yeniden üretmiş ve güçlendirmiş olursunuz. Desteklediğiniz parti, desteğinizi ve iyi niyetinizi boşa çıkarmak gibi bir lükse sahip olmadığı gibi, verdiği sözleri tutmakla mükelleftir.

İyimser ve soyut ifadeler olduğunun farkındayım. Şu an için somut olan tek şey, milyonlarca Türk ve Kürt seçmenin, gerekçeleri ve şartları ne olursa olsun, HDP’den hala beklentilerinin olmasıdır. Zarflar Haziran’da sandığa düştü, aksi bir gelişme olmazsa Kasım’ da tekrar düşecek; içlerini en iyi şekilde doldurup seçmene iade etmek, birilerinin kirli provokasyonlarına rağmen barış sathında kalmak, Halkların Demokratik Partisi’ nin boynunun borcudur, dahası varlık nedenidir.

SON SÖZ PEHLİVANLARA

Politikayı ucuz entrikalar ve komplo teorileri üzerinden yaparsanız, tezgâhın birini dağıtır ötekini kurarsınız; köşeye sıkıştığınızda da –böyle- provokasyonlara sarılırsınız. “Şanlı” iktidarınızın menfaatleri toplumun menfaatlerinin önüne geçerse, savaştan ve ölümden beslenmek politik kaderiniz olur. Sözde meşruiyetinizi aldığınız “meşhur iradeyle” flörtünüz zayıfladığında, malum iradeyi manipüle etmeniz, muhalif iradeleri de bastırmanız “elzem” hale gelir. Önceden bu işleri Truman Show dekorları kullanarak yapardınız, şimdilerde ‘teammüdene’ döndünüz. Defalarca izlediğimiz ve asla haz etmediğimiz bir filmi, nedense ve ısrarla başa sarıp duruyorsunuz. Nisan 2015’ te Doğubeyazıt’ ta “motor” dediğiniz filminiz, en kötü Van Damme filminden bile kötü, acemice. “Emanet oylar” lakırdısından ‘emanet canlar’ trajedisine uzanan, son derece sorumsuz ve insafsız bir kurgunun içinde ülkece çırpınmamıza neden oluyorsunuz. Bitirin ve gidin artık!