Bitmeyen öykü ‘Covid-19’

GAYE USLUER

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 11 Mart 2020’de pandemi ilanının üzerinden 9 ayı geride bıraktık.

Şu anda dünyada 200’ün üzerinde ülkede salgın devam ediyor. Toplam vaka sayısı 50 milyonu aşarken, toplam ölüm sayısı da 1.5 milyona yaklaştı.

Dünyada pandemi ilanının olduğu gün ile Türkiye’de ilk vaka bildirimi aynı tarihe denk geldi. Tarihler 8 Haziran’ı yani “yeni normal” in başlangıcını gösterirken Türkiye’de toplam günlük yeni vaka sayısı 989, aynı tarihli yeni vefat sayısı ise 19 idi.

12 Kasım 2020’ye ait verilere baktığımızda, her ne kadar Sağlık Bakanlığı 29 Temmuz itibariyle bildirim sistemini değiştirmiş olsa da, yeni hasta sayısı 2841, aynı güne ait vefat sayısı ise 88 olarak belirtiliyor.

Salgının başından itibaren küresel olarak bütün hükümetler salgını azaltmaya ve yayılımını durdurmaya çalıştı. Ancak öngörüsüz ve kontrolsüz başlatılan “yeni normal” bugünkü sonuçlar ile yüzleşmemize neden oldu. Şimdi tüm dünya ülkeleri kendileri için en uygun “salgın gömleğini” oluşturmaya çalışıyorlar. Daha önce de söylediğimiz gibi salgından korunmak yayılımını durdurmak için bir “salgın önlüğü” dikmemiz şart. Ancak her ülke kendi var olan durumuna, kendi koşullarına uygun gömleği dikmek ve zorunlu olarak giymek, giydirmek durumunda.

Kış aylarının zor geçeceğini artık hepimiz biliyoruz. Kış aylarını kolaylaştırmanın yolu ve yolları nedir, ne olmalıdır sorularının cevapları bulmak zorundayız. Nasıl mı? Maddeler halinde sırlayalım;

1)Öncelikle vaka/hasta ayrımından vazgeçmeli, günlük veri paylaşımı günlük yeni vakaların tamamını açıklayarak, sansürsüz, şeffaf ve doğru biçimde yapılmalıdır. Güven tesis edilmezse, durumun vahameti gerçek rakamlarla açıklanmazsa vatandaşlar uyarıları dinlemeyecektir. Bireysel önlemlere uyum konusunda etkinlik yaratılamayacaktır.

2)Test sayısı kadar, testlerin kimlere, ne sıklıkta yapıldığı konusu da hâlâ önemli problemler arasında yer almakta. Bunları bilmediğimizde, rakamsal olarak büyümüş olan test sayısının, amaca uygun olup olmadığı konusunda fikir yürütemiyoruz. Bu da artan test sasısının yararı konusunu da tartışmalı hale getiriyor.

3)Sağlık sistemimiz ve sağlı personelimizi güçlendirmek zorundayız. Uzayan pandemi süreci hem sağlık sistemini hem de bu sistemin insan kaynağı olan “sağlık personelini” yordu.

Bugün doğru adımlar atılmazsa, radikal önlemler açıklanmazsa önümüzdeki sürecin en tehlikeli sonucu sağlık sisteminde “İFLAS” durumu ile karşılaşmak olacaktır.

Çözüm sağlık personeline izin, istifa ve emekli olma yasakları getirmek değildir. Bunun yerine, insan kaynağımızı nasıl büyütürüz, nasıl güçlendiririz sorularının yanıtlarına odaklanmalıyız.

Atanamayan on binlerce hekim ve yardımcı sağlık personelini atamak için neyi bekliyoruz?

4)Aşı çalışmaları ve gündemdeki ki umut vaat eden aşı(lar) bir başka önemli güncel başlık. Tam da bu noktada “Yerli ve milli aşı” söylemleri ile yeni bir populism alanı oluşturmak en büyük hata olur. Doğru olan, en yakın zamanda kullanım onayı alacağı öngörülen Biontech & Pfizer ortaklığıyla üretilecek aşıya yeterli dozda nasıl ulaşacağız, bunun için gerekli bağlantıları yaptık mı, yeterli doz siparişimiz var mı? Şimdiden üretilecek aşının yüzde 90’ının ABD ve Avrupa ülkelerine verileceği söylenirken, Türkiye bunun neresinde?

5)Salgın sahada kazanılır ya da salgın sahada kaybedilir.

Yeni yol haritamızı belirleyecek olan 9 aylık salgın sürecinde yapmadıklarımızı yapmak, hatalarımızdan ders çıkarmak olacaktır. Mevcut durumun kontrol altına alınabilmesinin ise tek çıkış yolu bulunmaktadır;

“En az bir kuluçka süresi dönemini yani 14 günü içeren kısıtlama” getirilmelidir.

Siyaset kurumunun bir diğer önemli vazifesi ise bu yeni durumu SOSYAL DEVLET anlayışıyla yönetmek olmalıdır.