Topraklarını erittik, derelerini, nehirlerini, ırmaklarını sattık, zehirledik.

Balıklarını, kuşlarını, sincaplarını, kirpilerini, karıncalarını, örümceklerini öldürdük.

Panteri, kaplanı, tavşanı, ayısı, samuru zaten offline.

Bir de utanmadan yalanlar içinde yaşayanlar var. Ülkenin taşı toprağı satılmış, eritilmiş, toprağının üzerindekiler de değil, içindekiler de değil satınca bizi yaşatacak. Toprak varsa ülke vardır, toprağını ona buna emlakçı gibi pazarlarsan, ülkeni köle yapmaya can atarsan, tabii ki gelirler tepene çıkarlar. Ama o saatte senin orada işin ne? Sen zaten ülkeni satmak için yaşıyorsun. Biz ne yapacağız şimdi?

Oldu olacak bir sabah bir KHK çıksın, tüm yurttaşların tek böbreğini verelim, hayatımızdan daha değerli olan ama görevi bizi hayatta tutmak olan şeye... Ne için yaşıyoruz, ne olarak hangi formatta yaşamayı tercih ediyoruz?

Köle miyiz? Köleliği mi destekliyoruz? Monarşi mi tercih ettik? Biz niye düzelemiyoruz? Biz neden düzelmek istemiyoruz? Neden sorgulamıyoruz? Neden kimseden hesap soramıyoruz? Belki de bu bizim büyük çaresizliğimiz. Belki de çaresizlik aslında çareye işaret ediyor. Demek ki hesap sormak lazım, demek ki, hakkını istemek lazım. Demedi demeyin, başka türlü olmuyor.

Şimdi de bıyıklılar geldi. Bunlar uzun süredir cahillikleriyle interneti kontrol etmeye çalıştı. Bu bıyıklılar mevzunun çok uzağında. Bıyıklı, interneti bıyıkları vasıtasıyla tarayabiliyor. Bıyıkları kesilirse dengesini kaybediyor. Bıyık ayarı ise çok önemli. Bir bıyıklının yetişmesi için genelde pek bir şeye gerek yok. İyi bir bıyıklı her şeye ‘Evet efendim, çok haklısınız efendim’ diyen bıyıklıdır. Bıyıklı pek bir şey düşünmez. Çünkü düşünmesine gerek yoktur. Bütün kararlar daha bıyıklı bir bıyıklı tarafından verilir. Bir bıyıklının ana görevi ceplerini doldurmaktır. Cebi dolan bıyıklı huzura kavuşmuş sayılmaz. Hala cebinin ne kadar dolduğunu göstermesi gerekir. O yüzden çok kötü giyinerek cebinin dolu olduğunu belli etmeye çalışır ama onda da en fazla alay konusu olur.

İyi bir bıyıklı bıyıklı betonla kendini geliştirir. Daha fazla beton onun vazgeçilmezidir. Gün gelir beton kaplattığı sahilin üzerini bir kez daha beton kaplatabilir. Sonuçta göklerden gelen bir beton vardır ve çok çabuk kurumaktadır ve çok da karlıdır.

Sanat ve estetik konusunda çok yetkin olmadığının farkındadır. O yüzden hep kızgındır. Anlaşılmayan kafaları karıştıran, topluma uymayan, ahlakları bozacak bir zehir gibi görür bu sanat sepet işlerini. ‘Artizlik’ yapma demeye çok müsaittir yapı olarak. O kadar bilgisizdir ki, çoğu zaman çevresindeki en basit şeyleri bile ‘Artizlik’ olarak görebilir.

Olgun bir bıyıklı gün gelir her şeye sinirlenebilir. Herhangi bir tutarlılığa, bir ilkeye ihtiyaç duymaz. Söylediği her şey lafta kalır. Lafta kalmayanların çoğu ise zaten yanlış yapılan işlerdir. O yüzden gün gelir kavramlarla kavga eder, gün gelir bir gün önce dediği lafla kavga eder, gün gelir kuyruğunu, gün gelir gölgesini kovalar. Kovalarken de hep bağırır, çağırır... Çünkü saygınlığın korkuyla oluşabileceğini düşünüz. O kadarına aklı yeter. Saygınlığın kazanılan bir şey olduğunu da bilemez.

Her şeyi o kullanmak ister. Her şeyi en iyi o bilir zanneder. Her şey hakkında bir fikri vardır. Her şey hakkında olduğunu zannettiği fikirleri de çoğu zaman yanlıştır. En doğru insan olduğunu düşünür. Toplumu için bulunmaz bir nimet gibi görür kendisini. Gerçekten de bu kadar masraflısı bulunmaz genelde. O da bizim biricik şansımız olsun.