Bu ülkede derinlere gömülü bir kötülüğü sürekli biçimde beslemek ve büyütmek isteyenler var. Fırsat kolluyorlar, en ufak bir boşluğu kin ve nefretle dolduruyorlar o da yoksa umacı yaratıp kendi yarattıklarıyla savaşıyorlar. Böylece iktidar blokunun nasıl içeriden çürüdüğünü, çürürken etrafa nelerin saçıldığını gözlerden ırak tutmak istiyorlar. Darbe dedikodusu çıkarıp gölge boksuna giriştiklerinde de iç savaş çığırtkanlarına yandaş kanallarda şov yaptırdıklarında da hedefleri aynı, toplumdan yükselen itirazları susturmak ve iktidara suni solunum yapmak.

Henüz Genelkurmay Başkanı iken CB seçimi öncesi Gül’ün bahçesine helikopterle inip ona aday olma diyen Milli Savunma Bakanı Akar, darbe söylentileri konuşulurken ortada yok. Halihazırdaki Genelkurmay Başkanından da çıt çıkmıyor. Son olarak istifa hadisesinde sesini duyduğumuz İçişleri Bakanı ise kayıplara karışmış vaziyette. İşleri gerçekten zor. Çıkıp darbe tehdidi var deseler o zaman siz ne yapıyorsunuz diye sorarlar, yok öyle bir şey deseler yandaşların köpürttükleri yalanı ifşa ederler. O yüzden üç maymunu oynamayı tercih ediyorlar.

İktidarın korkulu rüyası kendisinin ürettiği söylentiler değil bilâkis ilk seçimde hezimete uğrama ihtimalinin yüksekliği. Muhalefeti yıldırmaya yönelik adımların arkasında bu gerçek var. Yüzde 50 artı 1 AKP-MHP bloku için artık bir hayal. Kulislerde seçim sistemini değiştirmekten baskın seçime kadar bir dolu alternatif konuşuluyor. Ancak hiçbirinin iktidarın derdine deva olmadığı ortada. Sorunlar çığ misali büyüdükçe iktidar blokundaki çatlak derinleşiyor. MHP, Erdoğan’a ‘bizsiz hesap yapmayın’ mesajı gönderirken tökezleyen damada sahip çıkmayı ihmal etmiyor. CB’nin gönlünü hoş tutup AKP içindeki MHP karşıtı hiziplere ayağınızı denk alın diyor. Belli ki iktidar cenahında birileri yine ‘sopalı seçim’ hayalleri kuruyor.

Gözdağı üzerine kurulu yönetme stratejisi örgütlü kötülüğü cesaretlendiriyor. Cübbelisi, trolü, faşisti tehdit ediyor, karakolun ön kapısından girip arka kapısından ya da adliyeden elini kolunu sallayarak çıkıyor. Daha iki gün önce MHP’liler, ölümü orucunu sonlandıran ama yaşamını kaybeden İbrahim Gökçek’in cenazesinin Kayseri’ye defnedilmesi öncesinde sokaklarda tehditler savurdu. Cenazeyi çıkarıp yakarız diyenlere MHP’li vekil ‘valinin selamın’ iletti; defin yeri değiştirildi. 6-7 Eylül 1955’te Şişli Rum mezarlığında yeni defnedilmiş ölülerin topraktan çıkarılıp ağaçlara asılması, çocuğunun naaşına zarar gelmesin diye onun mezarına beton dökmek zorunda kalan aileler kazındı bu ülkenin tarihine. Biz bu nefreti tanırız.

Sokakları bir kez daha linç güruhları doldurmuşken kerameti kendinden menkul birileri ekranlardan ölüm listesini açıklıyor. Sitelerde, mahallerde ‘katli vacip’ komşuların olduğunu öğreniyoruz. Yalnızca silahların susmasını istediği için binlerce kişinin mahkeme salonlarında ifade verdiği, cezaya çarptırıldığı, işinden olduğu bir ülkede kin ve nefret propagandası yapanlar medyada cirit atıyor. Çorum’u, Maraş’ı, Madımak’ı bu memleket ‘katli vacip’ denerek öldürülen, ateşe verilen bedenlerin izlerini hâlâ bağrında taşıyor. Biz bu nefreti biliriz.

Bu ülkede seçim öncesinde muhalefet partilerinin bürolarının basılıp yakıldığına şahit olduk. Seçmenle buluşmak isteyen vekil adaylarının alenen tehdit edildiğini seyrettik. Daha kesin sonuçlar ortada yokken seçim zaferi kutlama adı altında insanların silahlarla sokaklara çıktıklarını, kendilerinden geçercesine havaya ateş açtıklarını gördük. 15 Temmuz sonrası dağıtılan silahların akıbeti meçhul iken yandaşların televizyon kanallarında sıradan bir hadiseden bahseder gibi ‘iç savaş’ senaryoları konuştuklarını işittik. Kılıçdaroğlu’na linç saldırısının nasıl tertiplendiğini, faillerin nasıl kahraman ilân edildiklerini ekranlardan izledik. Son olarak Meclis çatısı altında Engin Özkoç’a saldırıldığını, Özel’in ve Kaftancıoğlu’nun sosyal medyada linç edilmeye çalışıldığını gördük. O yüzden kimse çıkıp bize katliam fantezilerinin ballandıra ballandıra anlatılmasını ‘münferit hadise’ diye yutturmaya kalkmasın. “Ben darbecileri kastettim” diye kendini aklamasın. Asıl hedefin demokratik bir ülke düşü kuran ve bunun için mücadele edenler olduğunu hepimiz biliyoruz.

Darbe söylentilerinin ve dört bir ağızdan tekrarlanan tehditlerin, ‘seçimle gitmezler’ algısını pekiştirme ve böylece kitleleri pasifize etme gayretinin bir parçası olduğu pekâlâ iddia edilebilir. Sandıkta yenilmezler mitinin nasıl 31 Mart-23 Haziran sürecinde sonu geldiyse ‘seçimle gitmeyiz/gitmezler’ miti de öyle tarihe karışacak. Bugün iktidar cenahında muhalefete kin kusanlar sandıkların açıldığı o gün taraf değiştirme telaşında en ön saflara geçecekler. O gün gelene kadar bu ülkede demokrasiyi, laikliği, özgürlüğü savunan herkes birbirinin yaşamını, siyaset yapma hürriyetini ve geleceğini korumakla mükelleftir.