Berkin’in anasını yuhalatan birini desteklemek, siyasal bir tercih değil, ahlakî bir durumun tezahürüdür.

12 Eylül, Türkiye halkına ‘böcek’lik aşıladı; siyasete katılma, ekonomik-sosyal ve kültürel hak arama, bu yolda örgütlenme hak ve imkânları çok büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. İnsanlar, artık kendilerini sözlerini dinletmek bir yana söz söyleyemez, sesini çıkartamaz, savunmasız, değil geleceklerine dair bir proje kurmak ve bu yolda bir yatırımda bulunmak, bugünlerini bile sağ olarak kurtarmak garantisinden yoksun, her an ezilebilir birer böcek gibi hisseder hâle getirildiler.

Böceklik virüsünü halkın damarlarına zerk edecek şırınga (enjektör), tabiî iğnesiyle birlikte, silahlı kuvvetlerdi; şırınganın içindeki virüs ise Turgut Özal’ın şahsında cisimleşmişti; tabiî, şırıngayı tutan el neo-liberal kapitalizmin patronları ve onların yerli işbirlikçileri olmak üzere.

İnsanlar böcekleştirildi; daha doğrusu, kendilerini her an ezilebilir böcekler olarak hisseden, bu yüzden de kendileri için yegâne var kalma güvencesini, kendilerini ezecek postalın tabanına-ökçesine postal daha kendilerini ezmeden yapışıp, böylece ezilecekler safından çıkıp ezen gücün en alt tabakasında da olsa onunla bütünleşmede arayan canlılar hâline gelmeye yöneltildiler.

AKP’nin bütün yaptıklarından sonra yüzde 49’un üstünde oy alması 35 yılı bulan böylesi bir böcekleştirme süreci çerçevesinde mümkün olabilirdi. Ancak şunu da unutmayalım ki, buradaki oy oranı, aslında toplam seçmen sayısının yüzde 43’ünü bile bulmuyor; yani, bizler yine de hâlâ açık ara çoğunluktayız; işte bu yüzden umutsuzluğa kapılmayıp doğrularımızı mümkün olan en yüksek sesle ve en net bir biçimde haykıralım bir birimizi duyup ortak tavır, talep ve etkinliklerde buluşabilelim.

Önce şunu ortaya koyalım: Böcekleştirme programı, doğrudan doğruya 12 Eylül’ün programı, bu programın da kaçınılmaz sonucu veya en has ürünü AKP iktidarıdır. Temel talep, herkese eşit seçme ve seçilme hakkının; yani, temsilî düzeyde de olsa siyasete katılma imkânının tanınması, bunun için de barajın tümüyle kaldırılıp ‘millî bakiye’ sisteminin geri getirilmesidir. Buna karşı çıkanların, siyasal irade dolandırıcısı darbe dölleri, kısacası iktidarlarını adaletsizlik, eşitsizlik ve bölücülük üzerinden kurma ve/veya sürdürme peşindeki ahlâksızlar olduğunu her an ve her fırsatta ve de en büyük ısrarla vurgulayalım.

Sıfır baraj ve ‘millî bakiye’nin yanı sıra siyasal partilerin lider sultası altına girmelerine karşı bir yol olarak ön seçim ve bütün seçimlerde tercihli oy pusulasını zorunlu, seçilmişleri geri çağırmanın da mümkün hâle getirilmesini ülkenin gündemine taşıyalım. Ancak bütün bunların yanı sıra 7 Haziran sonuçlarını tanımama üzerine kurulmuş bugünkü iktidarın aslında bir darbe ürünü olduğunu ve bugünkü savaş ortamının baş sorumlusunun başkanlık peşindeki saraylı ve onun gerek hâl-i hazırdaki, gerekse düne kadarki çevresi olduğunu, yakınma/eleştiri değil, doğrudan doğruya suçlama modunda tekrarlayalım.

Bence en önemlisi, bunları yaparken, jinekolog olsaydı, performansı, erkeklere “sakın kadın eli sıkmayın, yoksa hamile kalırsınız” (*) demenin ötesine geçemeyecek bir başbakanı ve de kendisi herkese hakaret ederken binlerce vatandaşını kendisine hakaret ettiler diye mahkemeye veren; ‘hain’di, ‘terörist’ti, ‘casus’tu diye hedef gösterip yargıcından gazetecisine, polisinden üniversite hocasına herkesi sürülme, işinden olma, içeri atılma tehditleri üzerinden terorize etmeyi bir siyaset sanatı olarak icra eden saraylıyı kesinlikle muhatap almamak, kendilerine lâf yetiştirmeye kalkmamak.

(*)Biliyorsunuz, el sıkmakla hamile kalınmayacağı gibi, erkeklerin hamile kalması da zaten hiçbir şekilde söz konusu olamaz.