Google Play Store
App Store

Biz kadınlar artık değişime, ilerlemeye, ekonomik olarak özgürleşmeye ve eşitliğe hiç olmadığımız kadar müsaitiz.

Biz kadınlar müsaitiz, ama neye?

DENİZ BAĞRIAÇIK @DenizBagriacik

Geçen hafta, TDK’de yer alan “müsait” sözcüğünün, ikinci anlamı olarak sunulan: “Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)” ifadesinin İstanbul Feminist Kolektif’in facebook sayfasında paylaşımının üzerine, sosyal medyadan tepkiler 30 dakika içerisinde gelmeye başlamış, ülkenin genelinde yeniden kadın konulu büyük bir tartışmaya neden olmuştu. TDK Başkanı’nın ise sözcüğün bu anlamının 30 senedir sözlükte yer aldığına dair bir açıklama yapmış olması son derece düşündürücüdür. 

Yukarıdaki üç-beş satırdan, Türkiye’nin nasıl bir tablo içerisinde olduğunu özetlemek mümkün olabilir. Bunun için ilk ve en temel meselelerden biri olan, kadınların içerisinde bulundukları güç mekanizmalarında var olamamalarından kaynaklanan sorunlardan yola çıkmakla başlayabiliriz. 1983 yılından beri, kadın ya da erkek Türk Dili Kurumu’nun herhangi bir üyesinin, cinsiyetçi kelimelerin varlığını ortadan kaldırmaya yönelik çabalarının olmayışı üç şekilde özetlenebilir. Birincisi, durumu değiştirecek kadar kadın aday üye çalışmamıştır. İkincisi, çalıştılarsa dahi, cinsiyetçi yaklaşımların yeniden üretilmesinde sakınca görmeyen kadınlardır. Üçüncüsü ise, üyeler dilde anlam değişimine uğrayan sözcüklere bakmamış, sözcükler yeni anlamlar kazanıp kaybetseler dahi bu durumla pek ilgilenmemişlerdir.

İlk iki seçeneğin vardığı noktanın bilimsel verileri ise Birleşmiş Milletlerin kalkınmadan sorumlu departmanı olan UNDP’de istatistiklere şu şekilde yansımıştır: Durumu, toplumsal cinsiyet güçlendirme ölçüsü (CGÖ) şeklinden ifade edersek, CGÖ’sü 0.379 olan Türkiye, 109 ülke içerisinde 101’inci sıradadır. CGÖ ne derseniz, açıklaması son derece kolaydır ve şu şekildedir: Birleşmiş Milletler, kadınların, ekonomik gelirlerinin erkeklerle kıyaslamasını, yönetici kademlerde, siyasi mekanizmalarda ve mecliste yer alma oranlarını, etkinliklerini bu şekilde ölçer ve inceler. Kısacası CGÖ, güç mekanizmalarında ve karar mercilerindeki oranlarıdır. Türkiye’de, CGÖ’yü yüzde olarak ifade edersek bu rakam yalnızca yüzde 10’dur. Örneklememiz gerekirse, TDK’de kelimelerin değiştirilmesini sağlayan 8 kişilik bir kurul ise, onlardan yalnızca yüzde 10’u kadın olduğundan bu sayıda 0.80 gibi, varlığını tamamlayamamış bir rakama, tekabül eder.  Daha net ifade etmek gerekirse, kadın üye olma ihtimali yoktur. Var ise de işini kaybetmemek, dışlanmamak için susması çok normaldir. Haksızlık etmek istemem, masaya yumruğunu vurup, diğer üyeleri ikna etmiş bir kadın üye de olabilir ancak 32 yılda böyle bir durum yaşanmamış olsa gerek.

UNDP’nin diğer çarpıcı rakamları ise yaşları 15 ile 19 arasında değişen kadınların yüzde 63’ünün kadına yönelik şiddeti onaylıyor olmasıdır. Kız çocuklarının, toplumsal şiddeti içselleştirmeleri, bir dilde kadınları damgalayan sıradan kelimelerin varlığının yeniden üretimine doğrudan bir katkıda bulunmaktadır. Kendi arkadaşlarının arasında, erkeklerle daha iyi anlaşanlar ve beğenilenlerin hemcinslerince de damgalanacakları bilinen bir gerçektir. Birbirinden ağır sözlerle, daha küçük yaşlardan itibaren çocuklar müthiş baskılara maruz kalırlar. Bu yaşlarda şiddeti onaylayan kişiler çok yüksek ihtimalle şiddete sözlü veya fiziksel olarak maruz kalmış olanlardır. Bu şiddete ilk maruz kalışları anadilleri aracılığıyladır. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün vurguladığı üzere dil, simgesel şiddetin en büyük araçlarındandır. Anadil derken bile, cinsiyet eşitsizliğini görürüz. Dil yalnızca anneden değil, babadan, aile bireylerinden de öğrenilebilir. Ancak bu ifade çoçuk yetiştirmede yükün eşit üstlenilmediğinin de çarpıcı bir göstergesidir.

Alman filozof, dil bilimci, Wilhelm von Humboldt, bir dilin ulusu temsil ettiğini şu cümlelerle anlatır: “Her dil, nihai olarak, kendi durumlarının her birinde bir dünya görüşü bütünlüğü geliştirir, yani ulusun dünya hakkında ortaya koyduğu bütün tasarımların ve dünyanın ulusta meydana getirdiği bütün duyumların ifadesini içerir.”  Bu temsil içerisinde, cinsiyet ayrımcılığı ve cinsellik üzerinden gerek Batı ataerkilliğini, gerek ise bugünün Doğu coğrafyasının kadın üzerine yüklediği anlamları da içselleştiren Türkçede, kelimelerin cinsiyetçi bir biçimde var olmaları doğal bir sonuçtur. 

Cinsellik dilin ve toplumun iktidar ilişkilerini belirlemiştir. İktidarsız sözcüğü, cinsel foksiyonlarını yerine getiremeyen erkekleri nitelendirirken, aslında gücün ve toplum yönetiminin de erkeklerin avuçlarında olduğunu bize bilinçdışında hatırlatır. Cinselliğini kaybeden erkek, toplum içerisinde gücünü yitirirken, kadınlar üzerinde de yaptırımını kaybeder. O toplumun damgaladığı bir ötekidir.

Bayan kelimesinin etrafında kopan fırtına da tam bu yüzdendir aslında. Evli olmayan bir kadınla karşılaşıldığında nasıl bir tepki verileceği muallaktır. Genellikle cinsel ilişkinin yaşanıp yaşanmamasına odaklanılmış olunduğundan bayan sözcüğü bir can simidi görevi görür. Halbuki varlığı tam olarak kanıtlanamayan biyolojik bir farklılığın, “bekaret zarının” varlığı erkeğin bir güç gösterisine dönüşmesine neden olmuştur. 

Yazının başına dönersek, 32 sene sonra kelimelerin fark edilmesi, aslında yeni bir kadın hareketi dalgasının yükselmesine işaret eder. Şu anda yaşanan çatışmalar, kadın cinayetlerinin artışı, son yıllarda kadınlar üzerinde artan iktidar eksenli baskıdan cesaret buluyor olabilir. Fakat sanayi devriminin üretim ilişkileri, bireyselleşme ve sivil toplum örgütlerinin kurulmaları, teşkilatlanmaları, sosyal ağlar üstünden hızlı biçimlerde örgütlenmeleri de bu kadın hareketinin ve yeni feminist dalgasının da göstergesidir. Birleşmiş Milletler’in iyi niyet elçisi olan Emma Watson’ın feminist olduğunu açıklaması ve bu kelimenin anlamının bir kez daha doğru anlaşılması için yaptığı vurguları son derece önemli buluyorum. Ülkemizde de Hanzade Doğan Boyner’in “Cumhurbaşkanı Erdoğan duymasın ama ben kendimi feminist olarak tanımlıyorum” sözlerini de dikkatlice dinlemek lazım. 

Yazımı sona erdirirken dikkat çekmeyi istediğim diğer bir nokta ise kadınların kendilerine güvenip, bilgi, kelime ve sözcük üretme konularında ısrarcı olmaları konusu olacaktır. Geçenlerde Wikipedia’yı oluşturanların yalnızca yüzde 20’sinin kadın olduğunu hatırlatıp üye olmamı talep etmesini birkaç nedenden dolayı önemli buluyorum. Sosyal medyanın, herkese daha demokratik bir katılım hakkı tanımasının yanı sıra, sözlük oluşturmanın, kavramları kadın bakış açısı ile yazacak olmanın ne denli büyük bir adım olduğunun fark edilmesi son derece gereklidir. Öte yandan da, halen kadınların Internete ulaşım, kendine güven, entelektüel faaliyetler açısından dezavantajlı konumda oldukları için Wikipedia gibi bir alanda eşitliğin sağlanamadığı da başka bir gerçek. Ancak eşitlik sağlandığı takdirde, eşitlik dile yansır, bu şekilde kelimeler hayatlarımızı değil biz onları değiştiririz. 

Biz kadınlar artık değişime, ilerlemeye, ekonomik olarak özgürleşmeye ve eşitliğe hiç olmadığımız kadar müsaitiz. Müsait: Eşitliğe uygun olan kimse, kadın!