“Biz” kimiz?

Zarrab davasını iktidar kendisi için yeni bir 15 Temmuz’a çevirmek istiyor.

“Türkiye’ye düşman, FETÖ kontrolünde bir ABD, hedefi ise tüm Türkiye halkı” deniyor. Erdoğan herkese arkasında safları sıklaştırma çağrısı yapıyor. Erdoğan “Türkiye benim” diyor. “İran mı olacağız?” derken 17’nci Yüzyıl Fransa’sı olduk. Louis XIV vakasıyla karşı karşıyayız.

Erdoğan’ın Zarrab davasına ilk tepkisi, milletvekilleriyle bir araya geldiği kapalı toplantıda oldu, ya da daha doğrusu basının ilk duyduğu tepki o oldu. Erdoğan, “İran ile ticari ve enerji ilişkimiz var. Ambargoyu biz ihlal etmedik. Davadan ne çıkarsa çıksın biz doğru olanı yaptık. Biz ABD’ye böyle bir taahhütte bulunmadık. Dünya ABD’den ibaret değil.”

Erdoğan’ın sıklıkla kendisinden çoğul birinci özneyle “biz” diye bahsettiğini biliyoruz. Fakat Zarrab davasıyla beraber “biz”ler karıştı karışıyor. Erdoğan “biz” derken kimi kastediyor? Kendisini ve yakın çevresini mi? Kendisini ve bu akçeli işlere karışan dönemin kabinesini mi? Yoksa Türkiye’nin tamamını mı?

Olan biteni açıkça ortaya koymak lazım. Türkiye açısından mesele ABD’nin İran’a uyguladığı ambargonun ötesinde. Türkiye ABD’ye taahhütte bulunmamış olabilir, ancak şunu unutmayalım; doları ABD basar, doların dizginini ABD tutar. “Ben senin yaptırımını tanımıyorum arkadaş” dersen bankacılık sisteminden yaptırım yersin, Türkçesi doların musluğu kesilir zor duruma düşersin.

Bu süreçte sıklıkla tekrarlanan söylem Türkiye’nin kendi milli menfaati gereği Amerikan ambargosunu deldiği. Mesele buraya sıkıştırılınca vatanseverlikle süslemek, hedefi değiştirmek elbette kolay oluyor. Hâlbuki mesele ambargoyu delmek falan değil, mesele koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanlarının işin özünde bir “middle man”/komisyoncu olan Zarrab’a oyuncak olması, açıktan parayı cebe atması, rüşvet alması ve Zarrab davası aracılığıyla bunu bütün dünyanın öğrenmesi.

Türkiye, “Bu bize karşı yapılan bir FETÖ operasyonudur” söylemini kullanmayı sürdürebilir. Bu söylem Türkiye’de AKP’nin kendi kitlesini bir arada tutma, kenetleme görevi de görebilir, ama Türk bakanların rüşvet karşılığı her akçeli işlere göz yumduğu, çanak tuttuğu gerçeğini dünya kamuoyu gözünde değiştirmez.

Erdoğan, “Öyle sanal oluşturulan mahkemelerle, o FETÖ denilen alçağın uydurma temsilcileriyle kurulan mahkemeler asla benim ülkemi mahkûm edemez” diyor. Mahkûm olan sonunda evet maalesef Türkiye olacaktır. Ancak Türkiye’nin mahkûm olmasına neden olan Türkiye’nin başındaki iktidardır, milyonları ceplerine atanlardır. Dolayısıyla aslında “suçlu” bellidir. Suçlu tüm Türkiye değildir, ancak suçun ceremesini çekecek olan tüm Türkiye’dir; burada ayrımı doğru koymak gerekir.

Dolayısıyla suçu işleyen “biz” başka ortaya çıkan durumun sonucunda olası bir yaptırımın sonuçlarına katlanacak olan başka “biz”. Türkiye’yi içine girdiği bu çirkin işler sarmalından kurtaracak olanın musluğun başını tutanlar olacağını düşünmek takdir edersiniz ki saflık olur.

Kaderin cilvesi, akıllara Louis XIV geliyor. Louis XIV, 17’nci Yüzyıl’da Fransa tahtında oturan kral. Versailes Sarayı onun eseridir, tüm aristokrat sınıfı kendi sarayında toplamış, hepsini sürekli kontrol altında tutmayı amaçlamıştır. Siyasi merkeziyetçilik deyince tarihte akıllara Louis XIV’nin gelmesi gerekir. Kralın tarihe geçen sözü ise “Devlet mi? Devlet benim” olmuştur.

Geldiğimiz noktada devlet Recep Tayyip Erdoğan’dır, öyle görünüyor. Pekâlâ tüm Türkiye Erdoğan mıdır?