İktisadi aritmetik, bu durumda işçi başına reel ücretin düşmesi gerektiğini söylemektedir ki tabloya göre işçi başına reel ücret % -1,2 küçülmüştür. Aynı zamanda işçi başına reel işletme artığı ise % 12,1’lik bir büyüme göstermiştir. Hani herkes kazanmıştı?

Biz küçüldük ve 11,2 büyüdü onlar

Serdal Bahçe - Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi

Euphoria; tıp terminolojisinde hastanın kendini iyi ve mutlu hissetmesi halini anlatmak için kullanılır. Hükümet kurmayları 11 Aralık’tan bu yana bir tür euphoria yaşıyorlar çünkü resmi verilere göre Türkiye Ekonomisi 2016’nın III. Çeyreği ile 2017’nin III. Çeyreği arasında % 11,2 büyümüş görünmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun son milli gelir revizyonunun yöntemi ve zamanlaması, artık resmi milli gelir verileri ile ilgili ciddi şüpheler uyandırsa da bu “yüksek” büyüme yine de üzerinde durulmayı hak eden bir büyümedir. Öyle ya, tüm olumsuzluklara rağmen nasıl büyüdük?

Öncelikle “büyüme” fetişizmi üzerine birkaç kelam etmek gerekmektedir. Kapitalist bir ekonomide, kapitalist toplumsal eşitsizliklerin bir yansıması olarak, hiçbir gelişmenin sonuçları da toplumsal sınıflar arasında eşit dağılmaz. Dolayısıyla her ekonomik gelişme doğal olarak “kim için” sorusunu çağırır çaresiz. Türkiye kapitalizmi toplumsal eşitsizliklerin ve yapısal sorunların boyutlarını büyüterek büyüyen bir yapıdır. Bu nedenle “kim için” sorusu Türkiye kapitalizmi için daha kifayetli bir sorudur kuşkusuz. Türkiye kapitalizminin yüksek bir oranda büyümesi kuşkusuz uluslararası sermaye çevreleri için olumlu olmalıdır (bu nedenle uluslararası sermayenin kuruluşları bu yüksek büyümeyi hemen web sitelerinde duyurdular) çünkü Türkiye kapitalizminin küresel kapitalizme karşı yükümlülüklerini yerine getirme kapasitesinin yükseldiğini göstermektedir. Türkiye sermaye sınıfları için olumlu olduğu da çok açıktır; çünkü yüksek büyüme satış sorunlarından kurtulma, yüksek kâr, yükselen kapasite kulanım oranı türünden olumlulukların göstergesidir çoğu zaman. Ancak kapitalist büyüme, çoğunlukla herkese kazandıran bir oyun değildir. Bizim durumumuzda kaybeden var mıdır?

Kaybedenler kümesinin en asli üyesi hiç kuşkusuz Türkiye işçi sınıfıdır. Bu, aşağıdaki tablodan da anlaşılacaktır.

biz-kuculduk-ve-11-2-buyudu-onlar-401431-1.

a: Bu çalışma üretildiği sırada 2017 Eylül ayı işgücü istatistikleri açıklanmamıştı. Bu nedenle 2017 3. Çeyrek ücretli istihdamı ortalaması için sadece 2017 Temmuz ve Ağustos ayları verileri kullanıldı.

Bu tablo, debdebeli bir şekilde duyurulan büyüme rakamlarının türetildikleri verilerden türetilmiştir. Öncelikle nominal rakamlar zaten ücretin payının 2016’nın 3. Çeyreğinde % 35,6’dan 2017’nin 3. Çeyreğinde % 32,7’ye düştüğünü göstermektedir. Aynı dönemde kapitalistlerin kâr, faiz ve rant gelirlerini ve kendi hesabına çalışanların gelirlerini de içeren brüt işletme artığının payı ise % 48,7’den % 52,2’ye çıktı. Yine aynı dönemde nominal toplam ücret ödemeleri % 14,4; brüt işletme artığı ise % 29,8 artış gösterdi. Buna ilişkin rakamlar, bu işten herkesin kazandığını kanıtlamak istercesine TÜİK’in şanlı büyümeyi duyuran haber bülteninde de verildi. Ancak nominal rakamların ötesine geçmek ve reel büyüklüklere bakmak gerekmektedir. Yukarıdaki tabloya göre 2016 3. Çeyrek ile 2017’nin aynı dönemi arasında işçilere yapılan toplam ödemeler reel olarak sadece % 2,4 büyümüştür. Oysa aynı dönemde brüt işletme artığı % 16,2 artmıştır. Böylece Türkiye’nin mülk ve sermaye sahipleri emek gücü sahiplerine göre toplam gelirlerini sekiz kat fazla arttırmışlardır. Toplam ücret ödemeleri de reel olarak artmıştır artmasına ancak bu büyüklüğün artışının kökeni önemlidir. Tabloya göre ücretli istihdam aynı dönemde % 3,6 artmıştır. Diğer bir ifadeyle, toplam ücret ödemlerinden daha fazla bir artış göstermiştir. İktisadi aritmetik, bu durumda işçi başına reel ücretin düşmesi gerektiğini söylemektedir ki tabloya göre işçi başına reel ücret % -1,2 küçülmüştür. Aynı zamanda işçi başına reel işletme artığı ise % 12,1’lik bir büyüme göstermiştir. Hani herkes kazanmıştı?

Bazı muhalif iktisatçılar büyüme rakamının abartılmaması gerektiğini çünkü 2016’nın 3. Çeyreğinde yaşanan daralmanın üstüne (% -0,8’lik küçülme) bunun bir baz etkisi olarak geldiğini belirttiler. Teknik olarak sonuna kadar haklıdırlar.
Gözden kaçan bir husus var. Bu mevzu bahis %11,2’lik büyüme TL cinsinden büyümedir. Oysa bu kem gözlere inat yüksek büyümenin gerçekleştiği dönemde TL dolar karşısında neredeyse %20 civarında değer kaybetmiştir. Böylece Türkiye işçi sınıfının söz konusu dönem içinde ürettiği tüm değer (nasıl paylaşılırsa paylaşılsın), dolar ile hesaplandığında ucuzlamıştır; başka bir ifadeyle, Türkiye kapitalizmi küresel kapitalizm karşısında ucuzlamıştır. Herkes kaybetmiş olmasın?

Son bir nokta daha var. Bu dönem içinde hane halkı nihai tüketim harcamaları % 11,7 artmıştır. Kısacası biz sıradan insanların gıdaya, giyime, konuta ve diğer tüketim kalemlerine yaptığımız harcama reel olarak nerdeyse onda birden fazla bir oranda artmıştır. Peki ama nasıl? İşçilere reel ödemeler % 2,4 artmıştır, hadi kendi hesabına çalışanların (köylüler, küçük burjuvalar ve diğerleri) gelirlerinin de buna yakın bir oranda arttığını varsayalım. İşçi sınıfı ile kendi hesabına çalışanlardan oluşan bu grubun toplamı nüfusun % 80’inden fazlasını oluşturmaktadır. Öyleyse bu durumda gelirleri tüketimleri ölçüsünde artmayan bu toplumsal sınıflar bu ölçüde artan tüketimi nasıl finanse ettiler? Birkaç olası cevap var. Örneğin tasarrufları ile karşılamış olabilirler mi? Ancak istatistikler bu toplumsal sınıfların sürekli bir gelir açığı içinde olduklarını göstermektedir.

Merkez Bankası’nın üç aylık dönemler için yayımladığı Finansal İstikrar raporlarından sonuncusuna göre 2016’nın 3. Çeyreği ile 2017’nin 3. Çeyreği arasında hanehalklarının finansal yükümlülükleri (borçları) % 16,6 oranında bir artış göstermiştir. Bu artışın bir bölümü böyle finanse edilmiş gibi görünmektedir. İhracat ve yatırım harcamalarındaki artış oranları da yüksek gibi görünmektedir. Kâr payı ve kâr oranın yükselişi ve TL’nin değer kaybı bu sonuçları yaratmıştır. Ayrıca hükümet, özel sektör için kredi kanallarını açmıştır. Öyle ise ortada bir mucize yoktur. Euphoria mı; hastalığı terminal aşamaya doğru giden hastanın sondan bir önceki duraktaki sahte mutluluğudur.