Ozan Çoban, “Müziğin muazzam bir gücü var. Umudu kuşanıp yüreklere dokunabilme imkânı sunuyor. Düşen insana el uzatıyor, onu düştüğü yerden kaldırıyor” diyor.

Biz şarkılarımızı söylemeye devam edeceğiz
Ozan Çoban - Doğa Usta

AYŞEGÜL UÇAR

Son yıllarda giderek artan, her alanda tahakküm kurmaya çalışan bir avucun yarattığı baskı ortamından payını en çok alan kesim müzisyenler oldu. En tepeden başlayarak yayılan müziği susturma ve müzisyeni itibarsızlaştırma politikaları pandemi döneminden bugüne kadar kendini her geçen gün daha da açığa çıkararak can yakıcı bir sorun olmaya devam ediyor. Sanat ve sanatçılar üzerinden biriken ekonomik, siyasi ve kültürel krizleri konunun öznelerine sorduk; Aylin Aslım, Ari Barokas, Piiz grubundan Doğa Usta ve Ozan Çoban sorularımızı BirGün Pazar için yanıtladı.

Tüm bu itibarsızlaştırma ve saldırı kültürü sonuçlarından en ağırı Ankara’da bir mekânda “istek şarkı” iddiasıyla katledilen Onur Şener… Antep’te “istek şarkı” iddiasıyla saldırılan Erdal Erdoğan, Hatay’da Yusuf Karagündüz, Bursa’da Özkan Süslerer… İstanbul’da Kürtçe müzik yaptıkları için polis tarafından saldırılan Yusuf Çetin…

Kendine biat etmeyen bütün kesimleri cezalandırmak isteyenler festivalleri, konserleri, etkinlikleri yasaklayarak, kendinden olmayanları türlü bahanelerle sanata, sanatçıya ve temsil ettikleri bütün değerlere karşı bir saldırı, zihniyetlerinin dışa vurumudur. Bu yaşananların hiçbirinin münferit olmadığını biliyoruz. 20 yıldır adım adım kurumsallaşan İslamcı faşizmin gündelik hayatımızı nasıl zapturapt altına almaya çalıştığını görüyoruz. Bu zihniyet iktidar için öteki olan herkesi toplumun dışına itmeye çalışıyor.

Peki, buradan nasıl çıkacağız?

Sara Ahmet’in dediği gibi… “Umut anı ‘henüz değil’ ifadesinin bizi etkilediği andır; geleceğimizi inşa etmek için politik olarak şimdi harekete geçmeliyiz. Eğer umut sadece gelecekle ilgili olmak yerine bizi şimdi etkiliyorsa, o zaman hep önümüzde duran geleceği beklemek yerine şimdi harekete geçmeliyiz.”

O halde bu süreçte bir sürü zorluğu göğüsleyen müzisyenlerin sözüne de kulak vermeliyiz…

Pandemi laikliği baskılama aracı oldu

Pandeminin başladığı günden bu yana bilimsel gerçeklikten uzak bahanelerle performans sanatlarına getirilen yasakların sonucunda en büyük darbeyi müzisyenler, müzik emekçileri aldı. En büyük tartışma bu yasakları politik olup olmadığı üzerineydi. Bu kararlarla ilgili ne söylemek istersiniz?

Ozan Çoban: Her şeyin politik oluşu gibi bu yasaklar da politikti elbet. İktidar halk sağlığı bahanesiyle pandemiyi seküler yaşam tarzına müdahale aracına dönüştürdü. Emekçiler istif halinde toplutaşıma araçlarında işe gitmek zorunda bırakılıyorken, işyerlerinde dip dibe çalıştırılmak zorunda kalıyorken akla gelmeyen halk sağlığının mesele eğlenmeye, konsere veya tiyatroya gitmeye gelince akla geliyor oluşunda bir ikiyüzlülük vardı. Zenginler, emekçilerin sağlıkları uğruna kâr etmeye devam edip pandemi yokmuşçasına eğleniyorken, emekçiler nefes alacakları sosyal etkinliklerden uzak bırakıldı. Aynı dönemdeki içki satışı yasağını da konser yasaklarıyla beraber değerlendirmek gerekiyor. Laikliği savunan halk kesimlerini baskılanmak aracı oldu pandemi iktidarın elinde. Meselenin bir tarafı buydu. Diğer taraftan da mesele şuydu; konserler, sanatsal etkinlikler insanların yan yana gelip umudu büyüttüğü, güzel günlere inancını tazelediği faaliyetler. Müziğin bu muazzam gücüne dair de ezelden beri ciddi bir korku var iktidar cephesinde. Pandemiyle beraber bu alana da müdahale bahanesi yarattılar ve ettiler. Oysa böylesi zor dönemlerde insanların moralini yüksek tutması, onları pandeminin boğucu atmosferinden bir nebze olsun çıkarması anlamında, sürdürülmesi en elzem olan şeylerden biri sanatsal faaliyetlerdi. Halk sağlığı için samimi olan konserlerin belirli koşullarla sağlanmasını sağlardı. Ama halk sağlığını düşünen kim!

Pandemide birtakım “sanatçıya destek” projeleri ortaya çıktı. Bunların bazıları proje kapsamında ayda 1000 lira karşılığında müzisyenlerden performanslarını sergilemelerini isteyen videolar, durumlarının ne kadar içler acısı olduğunu anlatan mektuplardı… İktidarın müzisyenleri adeta açlığa terk ettiği bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tamamen göstermelik, hiçbir işe de yaramayan bir şeydi bu. Üstelik bunu da müzisyenleri aşağılayacak şekilde “hadi bir çal da görelim bakalım” gibi çok kaba bir tavırla yaptılar. Çoğu müzisyen de zaten böyle bir aşağılanmayı reddetti. “Sadaka değil, sahnemizi istiyoruz” dedik. Yüzbinlerce müzik emekçisini sahnesinden ayırıp işsiz bıraktılar ve ne haliniz varsa görün dediler. Bu insanları evine ekmek götüremez, çocuğuna mama alamaz hale getirdiler. Yaşamına son veren müzisyen dostlarımız oldu. Umarım hiç unutulmaz bu yaşatılanlar.

Bir avucun karşısında kalabalık olmak, yan yana olmak bizlere unutturulmaya çalışılıyor. Fakat umutsuzluğa kapıldığımız zaman dönüp baktığımızda umutsuzluğa yalnız olmadığımızı da görebiliyoruz. Bu yüzden dayanışma belki de itici gücümüz olmalı bu süreçte…

Bu süreç bütün müzisyenlere emekçi oldukları gerçeğini hatırlattı. Her emekçi gibi örgütlü olmak, bizler için de ekmek gibi su gibi bir ihtiyaçmış, bunu gördük. İktidar bu kadar pervasızca bizi yok sayabildiyse bu örgütsüzlüğümüzdendi. Direnmeden, mücadele etmeden, örgütlenmeden hangi emekçi hakkını kazanabilmiş ki biz kazanalım? Derdimiz de dermanımız da belli. Örgütlenmek ve yan yana mücadele etmek zorundayız. Diğer emekçilerin, kargo işçilerinin, kuryelerin, madencilerin mücadelesinden öğreneceğimiz çok şey var. O mücadelelere de yüzümüzü ve sanatımızı dönmemiz için birçok sebebimiz. “Kurtuluş yok tek başına” sözü boşuna söylenmiş bir söz değil, bu bir gerçek.

Şunu da eklemeliyim; örgütlü olmak ne kadar önemliyse laikliğe sahip çıkmak da o denli önemli müzik emekçileri için. Laikliğe sahip çıkmak ve laiklik mücadelesine de ses olmak zorundayız. Müziğin en büyük düşmanı yobazlık, en önemli dostu da laiklik.

Son yıllarda eskiden alışık olduğumuz protest müzik dışında bugün popüler pek çok sanatçı sözüyle ritmiyle itiraz ediyor. Biz tarihin en önemli anında müziğin bu gücünü iyi biliyoruz. Bundandır ki bu kadar korku, baskı, yasak. Müzik sektörünün iktidarın gerici politikalarıyla derinleşen sorunları hakkında, son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Müzik emekçileriyiz biz. Haliyle hiçbir emekçinin yaşadığı sorundan da azade değiliz. Ancak müziğin muazzam bir gücü var. Umudu kuşanıp yüreklere dokunabilme imkânı sunuyor. Düşen insana el uzatıyor, onu düştüğü yerden kaldırıyor. Tekelleşmenin getirdiği, piyasanın çürüttüğü, her şeyin kar amaçlı hale geldiği bu kapitalist karanlıkta, halktan yana, emekçiden taraf bir sanat üretmek çok değerli. Çünkü umut bugün burada, umut emekçilerin mücadelesinde. İnsana insan olduğunu hatırlatan, her şeyin satılamaz olduğunu ifade eden, kendi kurtuluşunu emekçilerin kurtuluşunda gören bir sanat anlayışı bu topraklarda hep vardı, bu anlamda çok da güçlü bir geleneğimiz var. Buradan beslenmek hepimize iyi gelecektir diye düşünüyorum.

Ayrıştırma politikasının hedefindeyiz

İktidarın müzisyenleri hedef göstererek itibarsızlaştırmaya çalışması hakkında neler söylemek istersiniz?

Piiz grubundan Doğa Usta: Bu konuyu sadece müzisyenlere karşı yapılan itibarsızlaştırma olarak ele almak istemeyiz. Çünkü sadece devleti yöneten günümüz iktidarı değil, her alanda iktidarı elinde tutan her birey, her oluşum kendi gibi düşünmeyeni, hareket etmeyeni itibarsızlaştırma, düşüncelerini değersiz hale getirmeyi, kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için bir yöntem olarak kullanmakta. Biz bu durumla sahnede de sosyal medyadaki yorumlarda da çokça karşılaşıyoruz. Yani iktidar sokaktaki insanın aynası sadece. Bu konuyu toplum psikolojisi çerçevesinde ele alıp çözümlemek gerekir diye düşünüyoruz.

Katillerin, suçluların korunup kollanacağına duydukları inançla ve tepeden başlayarak yaygınlaşan nefret söylemleri sebebiyle son zamanlarda daha da çok maruz bırakıldığımız müzisyene şiddet olaylarıyla ilgili ne söylemek istersiniz?

İnsan düşüncesini savunacak kelime bulamayınca dağarcığında önce sesini yükseltmeye başlıyor, o da yetmeyince şiddete başvuruyor. Neden özellikle müzisyenlere yönelik şiddet bu kadar arttı? Buna özel bir cevap bulamıyoruz açıkçası. Ama artık konserlere içimizde bir tedirginlikle gittiğimiz bir gerçek. Bu ülkede meslek grubu veya cinsiyet ayırmaksızın, her türlü şiddet vakaları arttı aslında. Ayrıştırma ve ötekileştirme de seçmenini elde tutmak için bir politika olarak tercih edilmeye başlanınca da sanıyoruz ki insan kendi içinde, uyguladığı şiddeti meşrulaştırdı. Adalet sistemi de veremediği cezalarla bu duruma çanak tuttu tabii ki.

Müzisyenlere yönelik bu şiddet bir kültürel saldırı etrafından bilinçli bir şekilde yönlendiriliyor diyebilir miyiz?

Bilinçli bir yönlendirme olduğunu sanmıyoruz ama tabii ki tüm bu nefret söylemlerinin ve suçlunun cezasız kaldığı bu sistemin yaşanan saldırı olaylarına direkt etkisi var. Çözüm yolu ise adalet sisteminin güvenilir olması ve herkese eşit uygulanması.

Kendi yaşadıklarınızla ilgili… Söylemek istedikleriniz neler?

Mehmet’in sağlığı şükür ki şu an çok daha iyi. O sağlığına kavuşup aramıza döndüğü için çok mutluyuz. Bundan sonraki süreçte de bunu bize yaşatanlar gereken cezayı alsın, adalet yerini bulsun temennisindeyiz.

Aylin Aslım - Ari BarokasAylin Aslım - Ari Barokas

Işık karanlığı yutacak

Müzik neredeyse gericilik karşısında bir barikat haline geldi. Yaşam alanlarımızı savunmak için, seslerimizi çoğaltmak için neler yapabiliriz? İktidarın özellikle en çok tahammül edemediği kadınlar ve LGBTİ+’lar için neler söylemek istersiniz?

Aylin Aslım: Müziği şeytan işi görüp ilk iş olarak müzik aletlerini yaktıran Taliban’dan çok farklı bir zihniyet olduğunu düşünmüyorum ben bunun. Müzik çalınan mekânlar, konserler, festivallerde insanların kadın erkek bir arada sosyalleşmesi bu gerici zihniyetin sahte ahlak tanımına ters düşüyor elbette. Ortaçağ zihniyeti.

Üniversitelerde “müzik haramdır” bildirilerinin dağıtılması, Diyanet’in “Cinsel arzuları tahrik eden ifadeleri içeren müzik yapılması ve dinlenmesi yasak” fetvaları, Yeni Akit’in “Notaların altındaki şirke dikkat” yazıları ve bunun gibi pek çok toplumu kin ve düşmanlığa sevk eden söylemlerin münferit olmadığını biliyoruz. Yaratmak istedikleri karanlık karşısında çıkış sizce nedir?

Müziği böylesine düşmanlaştırmış insanların benim gözümde ağaç dalından, at kılından yapılmış ilkel bir müzik enstrümanından ses çıkmasına şaşırıp “şeytan işi” diyen tarih öncesi insanlardan hiçbir farkı yok. Biz müziğimizi yapmaya sözlerimizi söylemeye devam edeceğiz ve ışık, karanlığı yutacak.

Kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketi şu an dünyada totaliter rejimleri ve demokrasi karşıtlığını tehdit eden iki en güçlü hareket. Bu sebepten peşine düştüler kadınların ve LGBTİ+ bireylerin. Şu an sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada sağ ve aşırı sağ dalganın en büyük korkusu kadın hareketiyle LGBTİ+ hareketi gerçekten. Çünkü haklıyız, güçlüyüz ve örgütlüyüz. Otoriter erkek egemen sistemin ilk susturmak istediği hep kadınlardır tarihe baktığınızda da. Yine Taliban örneğini vereceğim: Önce müzisyenler, kadınlar ve eşcinseller. Prensipte aynılar.

Bu karanlıktan çıkış için korkmadan sesimizi çıkarmaya, şarkımızı söylemeye, sözümüzü söylemeye devam etmemiz gerekiyor. Kısa günün kârı için aramızdan bu zihniyetle işbirliği yapanlar çıkabilir ama müziğin iyileştirici, birleştirici ve dönüştürücü gücüne inanarak yolumuza devam edeceğiz.

Toplumların ihtiyacı laiklik demokrasi ve hukuk

Müzisyen olmayan birinin de müzikle ilgili söyleyeceği ilk şey belki de seslerin bir arada yakaladığı ahenk… Birden fazla sesin bir arada tınladığı zaman ortaya çıkan muhteşemliği biz şarkılardan biliyoruz. Bu ritmi, ahengi toplumsallaştırmak istersek nasıl aynı anda tınlar o sesler?

Ari Barokas: Sorunuzun içinde de bahsettiğiniz gibi güzel bir müzik eseri çalındığında oradaki duygular, fikirler, ritim, melodi, armoni gibi unsurlar dinleyenlerde yüksek bir etki yaratır. Tabii o eseri ortaya koyan sanatçının da etki yaratan o eseri meydana getirene kadar çok uzun ve meşakkatli bir disiplin sürecinden geçtiğini unutmamak lazım. Müzikteki gibi benzer bir uyumu toplumun genelinde görebilmek pek olası olmasa da toplumlar nesiller boyunca zorluk ve tecrübelerden geçmişlerdir. Çağımızda da toplumlar, demokrasi, laiklik, hukuk, insan hakları, bilim, sanat gibi kavramlarla disipline olduğu oranda ahenk yakalayabiliyorlar, diye düşünüyorum.

Müzik sektöründe son zamanlarda yaşanan özellikle şiddet olayları karşısında tekrar durup baktığımız zaman hâlâ umutlu şarkılar söylemek mümkün mü?

Yalnızca müzik sektöründe değil, her alanda gördüğümüz şiddet olayları çok üzüntü verici. Milleti yaşadıkları bunca zorlukların yanında daha da karamsarlığa itiyor kesinlikle. Fakat yine de insanlar her durumda, umwutlu umutsuz, neşeli hüzünlü her tür şarkıyı söylemeye devam edecektir.

Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben de bu vesile ile 2018 yılında çıkan “Lafıma gücenme” ve bir ay önce yayımladığımız “Bu toprak senin” isimli albümlerimden okurları haberdar etmiş oldum.