Ve evet, demokrasiden konuşuyor olsaydık eğer HAYIR diyenler terörist, vatan haini ve muhakkak hesaplaşılacaklar; EVET diyenler ise ödüllendirilecekler olmazdı

Biz seni katliamların HAYIR’ından tanırız!

ZEYNEP ALTIOK AKATLI
CHP Genel Başkan Yardımcısı

Carina Cuanna’yı hatırlar mısınız?

Carina Cuanna gencecik bir Hollandalı. 2 Temmuz 1993 Cuma günü bir Temmuz ateşinde yobazların kuşatıp saldırdığı bir otelde ateşe verilen o kızı düşünüyorum kaç gündür.

O sırada ise ülkemiz bir tek adam rejimine teslim edilmek istenirken çıkarılan suni bir Hollanda krizinin kalıcı bir AB ve dış ilişkiler sorununa, yıkıcı etkisi büyük yeni bir çözümsüzlüğe dönüşmesine tanıklık ediyoruz.

Bir zalimin meydanlarda insan hakları dersi vermek üzere demokrasi havarisi kesilip kükrerken saçtığı kelimeler, cümleler anlamlarından bağımsız, havaya savrulup insanların, insanlığın yüzüne çarparak dağılıyor.

biz-seni-katliamlarin-hayir-indan-taniriz-260595-1.

“Eyyyy…. Bunlaarrrr… Nazizm…”

Kelimelerin çarptığı yüzlerimizde, kollarımızda, gövdelerimizde kesikler, yaralar oluşuyor. Kanıyoruz…Çok R’li haykırışların ardından elbette tehditler de yerini alıyor. Alıştığımız üzere kefen giymeye hazır,düşünmeyen kindarlarını “gereğini yapmaya” davet ediyor!

Demokrasiden söz ediyor olsak, dost bir Avrupa ülkesine yapılacak ziyaretin usulünce bildirilmesi, kanuna uygun şekilde yürütülmesi ve olası bir sorun anında ihlâl, ısrar ve zorlama yerine müzakereden söz ediyor olurduk.

Demokrasiden söz ediyor olsak, Hollanda’da yaşayan Türk vatandaşlara yöneltilen “gereğini yapın” talimatı, “tası tarağı toplayıp Hollanda’yı terk ederek ülkemize dönün” anlamını taşırdı. Oysa görülüyor ki “gereği” çatışma ve kaos! Bakan, Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla “ölmeye” gittiğini ve o “tamam” dedikten sonra döndüğünü açıklayarak şovunu –görev değilse–tamamlamak yerine, şehit ve gaziler için 81 ilde mevlüt yapma hedefi dışında hiç değilse bir gerçek soruna çözüm getirmek üzere çalışsaydı makamının gereğini yapardı. Söz gelimi engellilerin sorunlarına, kadına yönelik şiddete, çocuk istismarına ve işsizliğe çözüm arardı.

Demokrasiden söz ediyor olsak, başka ülke topraklarında kanunsuzca “EVET” propagandası yapan bakanlar, bunun üzerinden mağdur olmak yerine her istedikleri kanunu, düzenlemeyi koşulsuz geçirebildikleri parlamentoda görevlerine odaklansalar çözümsüzlüklere kilitlenmiş sorunlara ve gerçekten mağdur olanlara el uzatacak çözümler üretmek için çalışıyor olurlardı. İşlemeyen yasalara, çalışmayan adalete çözüm arıyor olurlardı. Meydanlarda Avrupa’ya haykırarak, hakaret ederek değil, üreten bir ülkenin gelişen koşullarıyla meydan okur, ülkemizin uluslararası temsilini bilimsel başarılarla, icatlarla, ekonomik kazançla, karar mercilerinde belirleyici pozisyonlarla sağlarlardı. Dış borçlardan kurtulur, dışarıdan sıcak paraya, kaba sermayeye muhtaç bir ekonomi yerine AB üyeliğinde etkin bir siyaset şekillendirirlerdi. Başkalarının oğullarını, başkasının savaşlarında ölmeye göndermek yerine dünya barışı ve yaşam için, insanları yaşatmak için etkin rol oynayan aktörler olurlardı.

Demokrasiden söz ediyor olsaydık, ülkemiz Dünya Demokrasi Endeksi’nde 167 ülke arasında 97. sırada, Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 113 ülke arasında 99. sırada ve iktidar üstünde en az denetim olan 6. ülke olmazdı. Aynı şekilde en fazla tutuklu gazeteci, AİHM’ye en fazla başvuru bizim ülkemizde olmazdı.

Meydanlarda Hollanda üzerinden demokrasisi işleyen, toplumsal refahın en üst seviyede olduğu tüm ülkelere ayar veren şiddet rejiminin lideri her türlü diplomasi ve yasayı ihlâl ederek kapıya dayandığı için geri çevrilen bakanın mağduriyetini 8 milyonun üzerinde Avrupalı Yahudi’nin katledildiği Nazizm ile eş değer tutamazdı! İş ki demokrasiden söz ediyor olsaydık… Gaz odalarında ölümün vicdanlı tercih sayıldığı bir vahşeti sıradanlaştırarak, üçte ikisi katledilmiş Yahudi toplumuna saygısızlık edemez, katliamları inançlara ve mezheplere göre önem sırasına dizemezdi. Öyle ki, hele insanlıktan ve vicdandan söz ediyor olsaydık siyasi rant uğruna uzak dramlardan dem vuracağına kendi ülkesinin acılarına kulak tıkamazdı.

İnsan haklarından söz ediyor olsak, kendi iktidarı boyunca tamamı adaletsiz bırakılmış sayısız faili meçhul cinayet ve katliam orada öylece dururken, insanlık suçlarının zaman aşımını, mağdur(!) katillerin özgürlüğü için bir fırsat olarak görüp “Hayırlı olsun” buyuran “insan hakları savunucusu” tek adam, “biz Hollanda’yı Srebrenitsa Katliamı’ndan tanırız” diyemezdi. Utanır mıydı şüpheli fakat bu fütursuz cümleyi kuramazdı. Yüzleşmeyi hukuki ve toplumsal boyutuyla hakkını teslim ederek gerçekleştiren ülkelere, Carina’nın da yakıldığı ülkeden, bir tek yüzleşme yasası, hafıza merkezi olmayan ama sayısız mezar ve mezarsızı olan bu topraklardan seslenerek insanlık dersi veremezdi.

Tek adamın denetlenmeden insan haklarını keyfince ihlâl edebileceği ve asla yargılanmayacağı bir düzende örneğin, tecavüzcüyü koruyan yasalar için parlamentoda direnen vekillerin olmadığı, zora düşerse tek başına veto edebileceği, kapatabileceği bir meclis arıyor olamazdı.

Onun yerine faili meçhul siyasi cinayetler ve bu topraklarda yaşanmış katliamlar için çalışan bir meclis ve sahiden demokratik ve adil, kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca denetlenen bir meclis için ortak irade ile geliştirmeler yapardı.

14 Mart babamın doğum günü, sevgili arkadaşı ve kader ortağı Behçet Aysan’ın tıp bayramıydı. Babam Metin Altıok’un dizeleriyle bakıyorum memleketim tohumları Sivas’ta ekilen ve yıllar içinde siyasal İslâmın planlı yükselişi sonucu bugün kalıcı bir rejim değişikliği için yol ayrımındayken, bu değişim uğruna “insan hakları mağduru” olan adamın vaatleri ve adına “Türk tipi başkanlık” dediği referandum için kurulan EVET-HAYIR masasına;

ne zaman bir masaya otursak
seninle karşı karşıya,
masa durmadan uzuyor aramızda.
tozlu bir yol oluyor giderek
ve ben başlıyorum koşmaya.
sonra bakıyorum hiç değişmemiş,
duruyor olduğu gibi
aramızdaki cansız masa.
kestiremiyorum bir türlü
uzak mısın, yoksa yakın mı bana.
derken içimde bir korku
başlıyor mayalanmaya.
ve omuzumda bir kuzgun
o parlak siyahlığıyla
alayla bakıyor suratıma.

Ve evet, demokrasiden konuşuyor olsaydık eğer HAYIR diyenler terörist, vatan haini ve muhakkak hesaplaşılacaklar; EVET diyenler ise ödüllendirilecekler olmazdı. Ben tam da Evet diyenin hakkı için Hayır diyorum. Babamsa “Sen gel bu oyunun kuralını değiştir,Mutsuzluk ceza değil, ehven bir iştir.” demişti.

Gelin artık o masaya bir bahar örtüsü serelim ve masanın iki ucundakinin de hakkı için kavgasız gürültüsüz ve dingin bir huzurla hep birlikte kalkalımbu masadan. Sürekli azar, ayar, atar, tehdit ve şiddet diline karşı artık yan yana duralım. Hem bu ülkenin insanları, hem Carina, hem Srebrenitsa’nın huzuru için,onları yok eden anlayışa karşı yaraları saran, çatışmayı bitiren, barışı alınıp satılan bir şey gibi değil, denize atılan bir iyilik gibi bildiğimiz günlere, hep birlikte dönelim. Hep birlikte. Hep birlikte.