Kasiyerler, reyonları dizenler, tedarik kamyonlarının şoförleri… Bu insanlar krizin kahramanları değil, kurbanları. Onları kahramanlaştırmak, istismar edilmelerine meşru zemin kazandırmaktır. Mavi yakalıların emeğini bu şekilde yücelterek müşterinin vicdanını avutuyoruz. Dünyada her şey tıkırında giderken isimsiz, kimliksiz, tek kullanımlık yurttaşlar gibiyiz.

Biz tek kullanımlık yurttaşlar olduk

KARLEİGH FRİSBİE BROGAN/ MARKET ÇALIŞANI
​Çeviren: Fatih Kıyman

Süpermarkette çalışmak hem bana, hem iş arkadaşlarıma geçici bir ‘unvan’ kazandırdı. Yıllardır görünmezdik. Şimdi ise sorumluluk, dayanışma ve gurur karışımı duygularla çalışıyoruz. Çalıştığım şirketin çalışanlarının bulunduğu bir Facebook grubuna yüklenen fotoğrafta, marketin duvarına asılı bir tişört görünüyor. Tişörtün üzerinde 'Bazı kahramanlar doktor önlüğü giymez' yazıyor.

Yaptığımız işin riskleri tanındığı için minnettarım. Küresel belirsizliğe rağmen morallerin yüksek olduğu bir işyerinde çalışmak yüreklendirici. Fakat tüm bu ‘kahramanlık’ söylemlerinden hoşnut değilim. Çıkar sahiplerinin (para kazanmak, alışverişini yapmak, vicdanını rahatlatmak isteyenlerin) körüklediği bu söylem, günün sonunda beni tehlikeye atıyor.

SOSYAL İZOLASYON

Mart ayının ikinci yarısında insanlar panikle alışveriş yapıyordu ve zaruri olmayan işletmeler çoktan kapanmıştı. ABD’de herkes sosyal izolasyon önlemlerine adapte oluyordu. Oregon eyaletindeki Portland şehrinde bulunan marketimiz yoğundu. O esnada patronumuz herkesin işini bırakmasını ve arka taraftaki toplantı odasında buluşmasını söyledi. Marketi kapatacağımız ya da marketin önünden satış yapacağımız şeklinde önlemler duymayı bekliyordum.

Toplantı odasında bir araya geldik. Patronumuz cebinden katlanmış bir kağıt parçası çıkardı ve şirket yönetiminin teşekkür mektubu okumaya koyuldu. 'Özgüvenimiz ve metanetimiz' için bize teşekkür ediyor, çalıştığımız şubeye prim vereceklerini söylüyorlardı. Mektupta, işimizi ‘hayati’ olarak tanımlayan bir müşterinin sözlerine yer verilmişti.

'MASKE TAKMIYORDUK'

Toplantıyı sonlandırmadan önce patronumuzun inisiyatifiyle kendi cesaretimizi ve motivasyonumuzu alkışladık. Ben de alkışa katıldım, fakat rahatsız olduğum bir şeyler vardı. Tıp çalışanları ya da diğer acil faaliyet alanlarında çalışanların aksine, biz ‘yaşamsal riskler’ doğurabilecek bir iş alanında değildik. Markete giren herkesin ateşini ölçme ya da güvenli sosyal mesafeyi koruma olanağımız da yok. Bu mektubu aldığımız günlerde hala koruyucu maske takmıyorduk çünkü virüse karşı koruma sağlayıp sağlamadığı tartışma konusuydu. Bana kalırsa, müşterileri rahatsız hissettireceği düşüncesiyle maske takmamız istenmiyordu.

O günden sonra ‘ön saflarda’ çalışan zaruri işçiler gazetelerde her gün yazılıp çizildi. Otobüs şoförleri, evsizlerle çalışan sosyal hizmet çalışanları ve tabii ki süpermarket çalışanları. Siyasi liderler ve sosyal medyanın kanaat önderleri, övgü dolu mesajlar paylaşıyorlardı. Ana akım medya organlarının tümünde bizi kahraman ilan eden haberler çıkıyordu. Los Angeles Times’da çıkan bir yazı, “Süpermarket çalışanlarına teşekkür borçluyuz. Marketlerde uzun kuyruklar olduğu için, stoklar azaldığı için onları suçlamamalıyız” diyordu.

ÇALIŞAN YOKSULLAR

Korkarım, çoğu meslektaşım yüceltildiği ve toplumun onayını aldığı için bir tür sarhoşluk içinde ve tehlikenin farkında değil. Detroit’te otobüs şoförlüğü yapan Jason Hargrove, otobüsünde seyahat eden bir yolcu yüzünü kapatmadan öksürdükten iki hafta sonra öldü. New York’ta salgından en kötü etkilenen bölgeler düşük gelirli, ‘çalışan yoksulların’ olduğu mahalleler. Bunları görmek beni rahatsız ediyor. Korkarım süpermarketlerde çalışan işçiler hastalandığında alınacak önlemler pek de şeffaf olmayacak.

Kasiyerler, reyonları dizenler, tedarik kamyonlarının şoförleri… Bu insanlar krizin kahramanları değil, kurbanları. Onları kahramanlaştırmak, istismar edilmelerine meşru zemin kazandırmaktır. Mavi yakalıların emeğini bu şekilde yücelterek müşterinin vicdanını avutuyoruz. Dünyada her şey tıkırında giderken isimsiz, kimliksiz, tek kullanımlık yurttaşlar gibiyiz. Varlıklı CEO’muz yazdığı mektubunda bize cesursunuz, onurlusunuz diyor. Bu, kârlılığı sürdürmeye yönelik çıkarcı bir stratejiden ibaret.

ADALETSİZ SİSTEM

Bu işte çalıştığım için minnettarım. İş arkadaşlarımı ailem gibi seviyorum. 16 yıldır çalıştığım, işim sayesinde sahip olduğum sağlık sigortası için minnettarım. Öfkem patronuma, ya da patronum patronuna değil, hatta onun patronuna da değil. Daha ziyade, üretilen bu gibi destanların ardında yatan niyeti sorgulamadığımız sürece asla değişmeyecek olan adaletsiz sisteme öfkeliyim.

Bir süre ücretsiz izin aldım çünkü maddi imkanım elveriyor. ABD’de zaruri işçi sayılan birçok insanın böyle bir imkanı yok. Bankada paraları yok ya da ailelerinin ikinci bir gelir kaynağı yok. Evden çalışma ya da işsizlik maaşı alma hakları da yok. İşe gitmedikleri gün para kazanmaları mümkün değil. Hatta sağlık sigortalarını ve işlerini kaybetmeleri söz konusu. Çalıştıkları şirkette ücretli izin ya da sağlık sigortası politikası bile olmayabilir. Duygusal ve fiziksel açıdan toparlandıklarında, yaşadıkları şehirde enfeksiyon oranları düşüşe geçtiğinde işe dönüp dönemeyecekleri bile belirsiz olabilir.

Her meslek alanı için konuşmam mümkün değil ancak süpermarket kasiyerleri için yapabileceğiniz en iyi şey, alışverişe gitmemek. Mümkün olduğunca evde kalın, çıktığınızda ise hızlı ve verimli alışveriş yapın. Yüz kreminizi ya da havuçlu keklerinizi poşete koymalarını bekliyorsanız lütfen meslektaşlarıma ‘kahraman’ demeyin. İmkanları olsa, sizinle yer değiştirirlerdi.

Kaynak: The Atlantic