İlk kez 17 yaşında hapishaneyle tanışan ve gençlik yıllarının tamamına 12 Eylül’ün eşlik ettiği gazeteci yazar Ömer Ödemiş bu kez öykü kitabı ‘Düşlerimize Ateş Düştü’ ile okurun karşısına çıktı.

Biz yaşamı böyle bilmiyorduk

AKP’nin Suriye Yenilgisi ve Esad kitabı, Eşber Yağmurdereli: Basın ve Demokrasi derlemesi ve özellikle Ortadoğu alanındaki haberleriyle tanıdığımız gazeteci yazar Ömer Ödemiş bu kez, Türkiye’de toplumun her yanına sirayet etmiş yaşanmışlıkları, kendi deneyimlerini de içine katarak aktardığı öykü kitabı Düşlerimize Ateş Düştü ile okurun karşısına çıkıyor.

1960’lı yılların başlarında Maraş’ta doğan, ilk kez 17 yaşında hapishaneyle tanışan ve gençlik yıllarının tamamına 12 Eylül’ün eşlik ettiği Ömer Ödemiş 1990 yılına kadar hapisler, sürgünler, kaçaklıklar görmüş ve Filistin mücadelesiyle dayanışmayı sürdürmüş kuşaktan biri.

Türkiye tarihinde dönüm noktası olmuş 12 Eylül’ün toplumun bütününe nasıl bir etkisi olduğunu bu kısa yazıda tartışamayız ancak, 12 Eylül’ün öncelikli hedefinin Türkiye’yi yeni baştan yaratmak isteyen ilerici, aydın, demokrat ‘insanların’ etkinliğini kırmak, yok etmek olduğunu söyleyebiliriz. 12 Eylül’ün bu insanlar üzerinde oluşturduğu her türlü etkiyi anlatmanın önemli olduğu açıktır. Bu durumda edebiyat, yaşananların yalnızca toplumsal ve siyasal etkilerinin tartışmaya açıldığı bir eksenden, insanların duygusal, psikolojik ve yaşamsal faaliyetlerinin de önemsendiği bir hat kurma görevini elden geldiğince üstlenebilir.

Bunu özellikle belirtmemin sebebi Düşlerimize Ateş Düştü’nün tam da bu yıllara denk gelen ilk gençlik dönemlerinin ‘hatırlandığı’ bir kitap olması. Öyküleri okumaya başladıkça kitabın başlığındaki düş kelimesinin gençliğimiz olduğu düşüncesi aklı kurcalıyor. Nitekim gençlik coşkuyla, tecrübesizliği ve cesaretiyle hâlâ arzulu ve ‘sıcacık’ hatırlanırken, yaşamda karşılaşılan acı gerçekler; sürgünler, işkenceler, ihanetlerle ateş çemberinden geçerek büyüyor.
Kitabın ismiyle başlayan bu kavrayış ve açılışta bizi karşılayan ‘Biz Yaşamı Böyle Bilmiyorduk’ ve kitaba ismini veren ‘Düşlerimize Ateş Düştü’ hikâyeleri nasıl bir zaman aralığında ve hangi gerçeklerle çarpışarak yürüyeceğimizi bize gösteriyor. Yer yer rahatsız edici, bazen hiçbir kurgu çabasına girmeden, ‘olduğu gibi’ anlatıldığı izlenimi veren hikâyeler, ‘üstü kapatılmış, konuşulmamış’ gerçekleri de yalın bir dille aktarıyor.

Kitapta yer alan öykülerin kahramanlarının tamamının gençlerden ve hikâyelerin de sadece geçmişten oluştuğu düşünülmemeli. Gençliğin ve yıllanmışlığın, heyecan ve deneyimin iç içe geçirilerek anlatıldığı çeşitli öyküler, insanların seslerinin nasıl değiştiğini ya da değişebileceğini de gösteriyor. “Bilinci yakalamıştım. Ancak yüreğim hüzünlüydü” söyleyişinde anlam bulan şey de bu olsa gerek.

Eski hayatlarında tehlikelerle kucaklaşmış, yaşamının her anını gerilim ve tedirginlikle yaşamış bir avuç insanın o döneme ait duygu ve düşünceleri ya da ilerleyen yıllarda geçmiş alışkanlıklarını değerlendirirken yaşadıkları değişim yani ‘yeni hayatları’ da bizi hep bu düzlemde karşılıyor.
Bu arada bir hatırlama, hesaplaşma faaliyeti yerine getirilirken; yaşanmış vahşetin edebi araçlarla açıkça tariflenmesinin sorunlu yanlarının bulunduğunu da söylemeliyiz.

Son olarak geçmişi; dili ağdalamadan, diyalogları eğip bükmeden aktaran öykülerin mekânları da döneme uygun bir çeşitlilik sunuyor. Şehirler, sınır karakolları, hücreler, sokaklar… Toplumun ve coğrafyanın bütününe yayılmış darbe gerçeğinin çehresi de bu düzlemde değişiyor. Her kahramanın hikâyesi, bu coğrafya ve mekân çeşitliliğine uygun, farklılıkları gözeten bir ‘kimlik’ ediniyor ve hikâyelerde böyle yer ediniyor.