Geçen hafta CHP üzerine yazdığım yazı nedeniyle farklı tepkiler aldım. Kızanlar, övenler, haddimi bildirenler, destek çıkanlar, açıktan küfredenler... Orada da belirttiğim gibi Türkiye’de CHP üzerine söz söylemeden siyaset üretemezsiniz. CHP iktidarda da olsa, muhalefette de olsa onun siyasetinin üzerine söz söylemeden bir analiz yapmanız olası değildir. Bunun nedeninin de CHP’nin oy potansiyeli değil taşıdığı sembolik değer olduğunu belirtmiştim. Reel siyaset yazmayı çok sevmesem de, kendimi yazmak zorunda hissettiğim bir yazıydı “CHP ‘Zannedilen’ Bir Partidir” yazısı. Ülke tarihinin en bunalımlı döneminde –kimse kusura bakmasın ama- CHP için “Harika gidiyor”, “Muhteşem performans sergiliyor”, “Böyle muhalefet etmek ne de güzel”, “CHP umut veriyor” mu demeliydim. Artık sona doğru yaklaştığımız bu süreçte daha etkin bir muhalefet isteğinin yanlış olduğunu düşünmüyorum (Üstelik artık geç kalmışken)?

Şu anda süregiden Anayasa Komisyon toplantılarında bile hukuksuz uygulamalarla maddeler geçiriliyor. Ve kuşkusuz bazı CHP milletvekilleri bu noktada büyük bir azim ve mücadele veriyor. Ancak benim eleştirdiğim zaten bu değil. Bu azmi ve mücadeleyi gösteren milletvekillerinin varlığına rağmen ilerleyemeyen, bir türlü bir adım ötesine geçemeyen bir bütünlük haline gelmiş bir partiden söz ediyorum ben. Bunun ne CHP’nin tarihsel önemiyle ne de bazı milletvekillerinin kendilerini harap eden performanslarıyla ilgisi var. Hatta onlara da yazık.

Yazıya verilen tepkilere gelince. Onlar kabaca şöyleydi: “Çok biliyorsan başa seni geçirelim” (Yan cebime bile istemem, sonra insanın kardeşi bile başına bela olabiliyor neme lazım), “CHP sana büyük gelir xb?wq#ft!?” (Demek ki denemiş), “Bravo” (Ne söyledim ki, gördüklerini, düşündüklerini ifade etmek bunu gerektirmez), “Söylenmeyeni söyledin” (Hayır çok kişinin düşündüğünü ve kendi arasında muhakeme ettiğini dile getirdim), “Söylediklerinin hepsine katılıyoruz ama dillendiremiyoruz” (O zaman oralar nerelerse bir zahmet terk edelim), “Gereksiz bir yazı” (Bir şey yazıysa gereksiz değildir, yazı değilse takılmana gerek yok), “Bu da kendini yazar sanıyor” (Allah korusun o kibre kapılırsam yüzüme tükürün), “Anlıyorum karnın doymak zorunda” (Gazetemizin durumundan bahsetmeyeyim), “Keşke daha fazla şey söyleseydin” (Onu da siz söyleyin), “Zamanı mıydı?” (Ne zaman zamanı olacaktı?).

Bütün bu tepkiler aslında herhangi başka bir parti hakkında yazdığımda aldığım tepkilerin de benzerleriydi (Diğer bazı parti “militanları/sempatizanları” işi artık aleni tehdit ve eleştirinin/saptamanın dozuna göre şiddete kadar vardırsalar da). Ancak bu tarz yazılarda, ilk anda, okuyan çoğunluğun iki şeyden birisini yapmaya meyilli olduğunu görmek mümkün. Ya yazanı hain ilan etme ve mutlak suretle onun bir “yerlerle” bağlantısını kurmaya çalışma refleksi ya da –eğer onun görüşlerini beğenmişlerse- ondan bir kahraman yaratmak için kolların sıvanması. Benden ikisi de olmaz. Çoğu kişiden de olmaz. Ama bu ısrarlar nedeniyle ki ülke sahte hainler ve sahte kahramanlardan geçilmiyor. Neden bu ülkede sıklıkla kahramanların hain, hainlerin kahraman olduğunu daha rahat görüyor insan. Çünkü bu döngünün hiç bitmediği Türkiye’de insanlarımız bu kadar ucuz yafta/sıfat kullanabiliyor ve linç için elinde, aklında ne varsa hazır bekliyor. Ve maalesef bu parti ayrımı gözetmeksizin bütün topluma sirayet etmiş durumda.

Reel siyasetin insanı eksilten bir yanı vardır. Eğer ilkeleriniz yoksa önce insanlığınız dökülmeye başlar, kendinizi azaltır, çevrenizi çürütürsünüz. Muhtemelen zaten anlamadığınız yazmaktan, okumaktan, aşktan soğursunuz. İnsanlara ticari bir network firmasının elemanı gibi yalnızca kar-zarar ilişkisi üzerinden bakarsınız. Reel siyaset kumaşı beş para etmezlerden ucuz kahramanlar, şöhretler yaratmada ve gerçek hayatta bir kişiliği olmayanlara “kişilik” iliştirmede mahirdir. Andy Warhol’un söylediği gibi “Herkesin bir gün on beş dakikalığına şöhret olabileceği” bir dünyada o ucuz şöhretlerden olmaksa inanın oldukça kolaydır. Ama işimiz ne kahramanlarla ne de hainlerle olmalıdır. Biz kendimizden sorumluyuz öncelikle. İşini doğru yapanları yüreklendirmek ve yapamayanları eleştirmek görevimizdir. Birilerini kahraman yapmak ya da hain ilan etmek için değil, bu ülkenin özgür ve bağımsız olabilmesi için yazıyoruz, eleştiriyoruz ve buna devam edeceğiz. Önceliği de en yakınımızdakilere vereceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın. Biz “zannettiğiniz” gibi değiliz. İyi yıllar.