11 Ağustos tarihli Cumhuriyet'in manşeti “İşçiler sendikasız”dı. DİSK-AR verilerinden aktarıldığına göre Türkiye’deki işçilerin sadece yüzde 10’u sendikalı. Sendikalı işçilerin yarısının toplu iş sözleşmesi hakkı var.

Kamu çalışanlarında sendikalılık oranı yüzde 69,28. 2 milyon 431 bin 228 memurdan, 1 milyon 684 bin 323 sendikalı kamu çalışanının 1 milyonu hükümetin sendikası Memur-Sen’e üye. (Kamu-Sen 395 bin 250, KESK 167 bin 403, Birleşik Kamu İş 64 bin 248).

Gördüğünüz gibi işçiler sendikasızlaştırılırken memur çalışanlar sendikalılaştırılıyor. Bunda bir tuhaflık olmalı! Hükümetin 2018 ve 2019 için ortalama yüzde 4,5’lik ücret artışı teklifini, yüzde 17’lik (2018 için yüzde 16, 2019 için yüzde 18) taleple “kapalıyız” diyerek reddeden Memur Sen’in yüzde 6’lık artışla açılıp uzlaşmasını da bu tuhaflıkta aramak lazım.

Memur Sen, sendika adı altında bu günler için kuruldu ve TİS görüşmelerinde işveren (devlet) tarafına yakın durması kuruluş amacına aykırı bir durum değil. Problem, iki haneli olarak açıklanan yıllık enflasyon rakamına rağmen, bir milyon memurun, hükümetin enflasyon hedefine inanıyor gözükmesi. Ortalama lisans düzeyinde eğitim almış kamu çalışanları, geçmiş yılların kaybını telafi edecek artış peşine düşmenin bir faydasının olmayacağını düşünebilir; fakat önümüzdeki iki yılda enflasyonun yüzde 6’yı aşmayacağını söyleyen devlete inanacak kadar aptal olamaz! Bu bakımdan “Bu imzayı atan Memur Sen değil, Memur Sen'i yetkili yapan memurlardır.” tespitinde KESK haklı.

Peki, Yunanistan (genel olarak Batılı) kamu çalışanları aleyhlerine her ekonomik kararı parlamento binasına yürüyerek protesto ederken bizimkiler neden vatan, millet, Sakarya edebiyatçısı gibi hükümetlerin muhafız alayı oluyor? Çünkü bizde her kamu çalışanı biraz Bekçi Murtaza’dır. Murtazalar, adı sendika da olsa üyesi olduğu örgütün kurucusu değildir; örgüt kurulmuş ve o üye yazılmıştır.

Batı’da çalışanlar kendilerini işverenden korumak için örgütleniyor, Doğu’da ise işveren kendini korumak için çalışanları örgütlüyor. İşveren devlet olduğu için örgütleyen de devlet oluyor. Bizde sendikalılığın kamu çalışanları arasında artması bundandır. Batı’da partiler kadar sendikalar da demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Bu iki örgütlenme biçimi birbirini desteklerken aynı zamanda biri, diğerini denetler. Demokratikleşme sorunu yaşayan ülkelerde ise ne partiler ne sendikalar demokratikleşmeye hizmet etmiyor.

Fakat paradoksa bakın ki demokrasi sorunu yaşayan Türkiye’de kamu çalışanlarının katılımıyla sendikalaşma oranı (sigortalı çalışanlar üzerinden yapılan hesaplamayla) yüzde 21’le, yüzde 17 olan OECD ortalamasının üzerinde. Paradoksun paradoksu, sendikalaşma oranının düştüğü Batı'da sendikalar politik güçlerini kısmi kayıpla da olsa korurken benzer oranda örgütlü Doğu’daki sendikalar otoriterleşmeye hizmet ediyor. Nedeni açık; Avrupa'da sendikalar sınıf temelli örgütlenmelerdir; sınıf temelli örgütlenme sadece üyelerinin ekonomik sosyal hakları ile ilgilenmiyor, kamusal ve toplumsal bütün sorunlar sendikaların ilgi alanındadır.

Avrupa'da sendikalar siyasi partilerle arasına belli bir mesafe koyabiliyor. Doğu toplumlarında ise Asya tipi sendikacılık diye bir örgütlenme biçimi hâkim. Doğu’da otoriteye bağlılık, devletin devamını sağlamak; egemenin dini, milli, kültürel çıkarlarını gözeten ideolojiye tabi olmak esastır. Türkiye'deki Türk İş, Hak İş, Memur Sen ve benzerleri bu tip sendikalardır; devleti arkalarından çektin mi (hatta aidatını kestin mi) dayandıkları ideoloji de kendileri de çöker.

Eh, haliyle iki buçuk milyon kamu çalışanı ile iki milyon memur emeklisinin hakkını, memurların uzak durduğu KESK korumaya çalışıyor. KESK, “dilenen değil direnen kazanır sloganıyla sokağa çıkarken hakkını hukukunu savunduğu kitle öcü görmüş gibi kirişi kırıyor. Bazen insanın ‘size ne, ne halleri varsa görsünler’ diyesi geliyor ama diyemiyor. Çünkü KESK, sınıf sendikacılığının kamudaki örgütlenmesinin adı. Onun yaptığı sendikacılık sayıyla değil, ilkeyle yapılıyor. Varsın Bekçi Murtaza rolünü gerçek hayata uyarlayanlar utansın…