Artık Türkiye’de de ölümler başladı ve resmen tanı konulmuş vaka sayıları katlanarak artıyor. Bu sürecin bir süre böyle ilerleyeceği kesin!

Ne kadar olacağını kestiremediğimiz bir süre, Covid-19 denilen bu virüsle yaşayacağız ve sonra o, ta ki biz bir başka virüs türüyle karşılaşana kadar, gündemimizden düşecek.

Çin’e bakarak bunun böyle olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çin’de hayat, virüsün ilk ve en ağır şekilde vurduğu Wuhan’da bile normale dönmeye başladı. Günde görülen yeni vaka sayıları binlerden 1’e düştü. 14 geçici hastanenin tümü kapatıldı ve kente gönderilen sağlık personeli geldikleri yerlere geri dönmeye başladı. Müzeler kontrollü ziyaretlere açıldı, durdurulan büyük projeler yeniden başladı.

Covid-19’u kendi sınırları içinde kontrol altına alan Çin, dünyanın pek çok ülkesine test kiti, tıbbi malzeme ve uzman yardımı gönderiyor.

Kısacası, bu salgın da, her bir ülkede, hatta her bir hanede, onların ne denli hazırlıklı, örgütlü, bilinçli olduklarına bağlı olarak bir hasar bırakarak ve belki yeni bir küresel düzenin de tohumlarını ekerek geçip gidecek.

Arkasında ne ve ne kadar hasar bırakacağı ise virüsün kendisine bırakılacak, kendiliğinden olacak şeyler değil.

Tarihin her döneminde, salgınların hemen yanında, en az salgına yol açan hastalık kadar bulaşıcı olan bir duygu görülür: Panik!

Avrupa’daki son büyük veba salgını olan Marsilya salgınından (1720-22) “panik korkusu”nun sorumlu olduğunu savunan hekimler de olmuştu. “İnsanlarda irrasyonel davranışlar üreten ani bir terör durumu” olarak tanımlanan panik, “yol açtığı korkuyla zihinsel bir dengesizlik yaratıyor, bu da vebaya neden oluyor” dediler.

Böyle bir nedensellik olmasa da, paniğin kendisinin salgınlar kadar bulaşıcı ve hızlı yayılan bir duygu olduğu ve onlar kadar tehlikeli olduğu kesin.

Henüz içinde milyonları barındıran devasa kentlerin temellerinin yeni atıldığı Sanayi Devrimi yıllarında, Fransız sosyal bilimci ve hekim Gustave Le Bon; fikirler, duygular ve inançların kalabalıklar içinde mikroplar kadar yoğun bir bulaşıcı gücü olduğunu söylüyor ve aniden patlayan panikleri böyle açıklıyordu.

Madem, fikirler, duygular ve inançların kalabalıklar içinde yoğun bulaşıcılığı var, bunun illa da panik olması gerekmiyor!

Ortaçağ’ın veba salgınından bu yana ne kadar salgın ve onların dehşet verici manzarası varsa onlara gözlerimiz önünde resmi geçit yaptırıp geleceğe dair kabuslar görmemiz gerekmiyor!

BirGün’de bize düşen; paniklerin iktidarlara daha baskıcı yönetimler ve düzenlemeler için fırsatlar da sunduğunu unutmadan, Covid-19’un beraberinde aynı ölçüde bulaşıcı bir paniği yaymasına izin vermemek.

Bize düşen; hurafelerin, komplo teorilerinin ve din bezirganlarının değil bilimsel bilginin yayılmasına zemin olmak.

Bize düşen; iktidarı demokratik, katılımcı, şeffaf ve kamucu bir kriz yönetimine zorlamak.

Bize düşen; izolasyonun kaçınılmaz olduğu şu günlerde örgütlülüğün de aynı şekilde kaçınılmaz olduğunu göstermek. Çin’in başarısının temelinde örgütlülüğü ve kriz yönetimi becerisi yattığını görmek.

Bize düşen, virüs karşısında ancak dayanışma ile başarılı olabileceğimizin somut örneklerini ortaya koymak. Sol Parti’nin kampanyalarında olduğu gibi, komşularımızdan başlayarak ihtiyacı olanlara, sosyal mesafe kurallarına uyarak, yardımcı olma fikrini yaymak.

Bize düşen, virüsün, altta kalanın canının çıktığı bir toplumsal düzeni pekiştirerek çekip gitmesine izin vermemek, kamucu sağlık politikalarının ve dayanışmacı bir toplumun savunucusu olmak.

Covid-19 da öğretiyor ki, kurtuluş yok tek başına!