Trafik, terör, iş, ticaret, çocuk, aile, kadastro gibi özel ihtisas mahkemeleri uzmanlık gerektiren ihtilaflı konuları karara bağlamak üzere bir ihtiyaçtan ortaya çıktığına göre, vukuatı trafikle yarışan eğitim alanıyla ilgili davalara bakacak eğitim mahkemeleri neden kurulmasın?
Eğitim Bakanlığı’nın dava konusu olmayan hiçbir işlemi yoktur. MEB’in atama, görevde yükselme, disiplin, kurum, kılık-kıyafet gibi personelinin özlük haklarını ilgilendiren her yönetmeliği, genelgesi ve talimatı çıkar çıkmaz sendikalar, daha sonra da mağdur ettiği personeli tarafından mahkemeye taşınır. Bu her dönem böyle. Fakat AKP ile birlikte Eğitim Bakanlığı’nın personel gibi hizmet birimi işlemlerinin yanı sıra Talim Terbiye Kurulu’nun içerik düzenlemeleri de mahkemelere düşmeye başladı. Sınava dayalı, rekabetçi, piyasanın gittikçe daha çok dahil olduğu eğitim alanında ihtilafa yol açacak tartışmalı karar ve uygulamaların artarak devam edeceğini söyleyebiliriz.
Danıştay sekizinci dairesi 2009 yılında sekiz müfredatı (Türkçe, Hayat Bilgisi, Fen ve Teknoloji, Matematik ve Sosyal Bilgiler) Anayasa, ilgili kanunlar ve pedagojiye aykırılıktan dolayı iptal etti. Ders kitaplarını da kapsayan iptalin gerekçesi, “Anayasa, Atatürk İlke ve İnkılapları ile 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı, vatan sevgisi ve demokrasi kültürü yönünden zayıf” olmalarıydı.
Görüldüğü gibi mahkeme, öğretim programları ve ders kitaplarıyla ilgili kararını verirken davayı hem hukuka hem pedagojiye uygunluk açısından ele almış. Mahkeme, bu kararıyla o tarihte bakanlığın “bilimsel danışma kurulu” olan Talim Terbiye Kurulu’nun onayını iptal etmiş oldu. Bu olayı yorumlayan yazımda, bilimsel kararların onay merciinin mahkemeler olmaması gerektiğini, bilimsel konularda kararın bilime bırakılmasını savunmuştum. Yargıçların kararlarını bilirkişi raporlarına dayandırıyor olması bu görüşümü değiştirmez. Mahkemeler, genellikle çoğunluk görüşüne itibar etse de sonucuna katılmadığı raporlar geldiğinde bilirkişi değiştirdiğini, bilirkişi raporuna uymadığını biliyoruz. Yani bilginin yargılanmasında mahkemelere güvenmemiz için çok neden var.
Nitekim Eğitim Bakanlığı, 2015 TEOG sorularından birinin mahkeme tarafından iptal edilmesine”soru ve yanıtı hatalı değil” diyerek katılmıyor. Ancak mahkeme kararıdır diyerek uymak zorunda. Mahkemenin kararı doğru olabilir; ne yazık ki MEB de haklı olabilir! Öyleyse hem daha sağlıklı sonuçlar elde etmek ve hızlı karar alabilmek için hem bilimi mahkemelerde süründürmemek, bilimsel konulara bilimsel yanıtlar oluşturmak adına bağlayıcı karar alabilen bilimsel bir kurula ihtiyaç var.
İdari işlemlere idare hukuku açısından bakan idare mahkemeleri (Danıştay dahil) ihtisas mahkemesi değil. Öyle olunca eğitimle ilgili ve daha ziyade personel haklarını düzenleyen mevzuat ve eylemler geldiği için uyuşmazlıkları hukuka uygunluk yönünden inceliyor. Oysa, öğrenci yararını gözeten bir bakış açısından hareket edildiğinde idari görevlerden öğretmenlerin yer değiştirmesine, kayıt işleminden okul seçimine kadar her karar sonunda eğitimseldir ve pedagojik açıdan da ele alınmalıdır. Demek ki idare mahkemeleri eğitimsel karar ve faaliyetlerde ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözüm yeri değil.
Aslında bana kalırsa bu bir mahkeme de olmamalı (önerim anlaşılır olsun diye mahkeme dedim). Çünkü eğitimsel olan her şey bilimseldir ve bilimin yasası, meclislerde kabul edilen polisiye hükümler değildir. Mahkemelerde yargıçlar yasa kitaplarına bakarak karar verirler; bilimde gerçeğe, arandığı andaki araştırma, inceleme, gözlem, deney sonuçlarına bakılarak ulaşılır.