Suriye’de öğretmendi. Mesleğinin 13. yılındaydı, savaş başladı. Ailesini aldı, Antep’e göç etti. Artık öğretmenlik yapamıyordu, Türkçe de bilmiyordu. Mevsimlik tarım işçisi oldu.

“Ama bir mevsimlik değil, her mevsim” tarlada çalıştı, Suriyeli Mennan:

“İlk geldiğimde tarım işçisi olarak çalıştım. Antep’te fıstık ve zeytin işçiliği var. Ben iki sene fıstık topladım. Günde otuz liradan ayda dokuz yüz lira kazanıyordum. Bazı aileler mevsimlik işçi olarak çalıştı, ben ise yağmur yağmadığı bütün zamanlarda yıl boyu çalıştım. Sabah altıdan öğleden sonra üçe kadar. Sadece fıstık değildi, her türlü meyve sebze. Ancak tarım sektöründe çalışmak hele ki bu işi daha önce hiç yapmadıysanız çok zorlu bir iş. Ben bu alanda çalıştığım iki senede çok yıprandım. Ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaştım. Sonunda daha az kazanayım ve onunla yaşamayı öğreneyim yeter ki sağlığım olsun dedim.”

Dilini, yolunu bilmediğiniz bir ülkede evsiz, parasız, yapayalnız kalmak, birçoğumuz için kâbus; mülteciler için gerçek. Sadece Suriye değil, Afganistan, Pakistan, Eritre, Libya’dan yola çıkan milyonlarca insanın mecburi duraklarından birinde yaşadığımızdan, ne yaşadıklarını anlamasak da görüyoruz.

Afganlar değil ama Suriyeliler yıllar önce ‘misafir’ denilerek karşılandı da, emek sömürüsüyle başlayıp cinsel saldırılar veya toplu saldırılarla devam eden haberlerin öznesi oldukça, misafir olmadıklarını anlamaları uzun sürmedi. Zaten hükümetin mücahitlere kapıyı istemeye istemeye kapatmak zorunda kalmasıyla, mülteciler de kapının dışında kaldı.

Suriyeli Mahmud, misafir nitelemesine baştan beri tepkiliydi: “Bize misafir dediler. Nedir misafir? Var mıdır hakkı ve statüsü? Karşılığı neye gelir misafirin? Bunu biri bize söyleyebilir mi? Kapıların bize açılması misafirlikten falan değil, başka hesaplardan, orası kesin. Zaten kapanmasından da belli değil mi bu işte bir iş olduğu. Savaş var kapımız açık dediler, savaş hâlâ var ama gel gör ki kapı şimdi kapalı - ne zaman açılacağı bilinmeden birden kapatıldı.”

İki yıldır Antep’te yaşayan Wahab da işin buraya nasıl geldiğini şöyle anlatıyor: “Net bir karar alınmıştı ve eyleme geçiriliyordu sanki. Hedef, Halep’teki ekonomik ve ticari hayatı bitirmekti. Bu hedefe yönelik seri olaylarla karşılaştık. Şehrin resmen gözümüzün önünde yağmalandığını izledik. Hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir hızla şehrin ekonomik/ticari hayatı baltalandı. Bunu gördüğüm an, işte o noktada meselenin artık başka bir boyuta geçtiğine ikna oldum. Suriye halkı tarafından yapılan bir şey olamazdı bu, değildi de.”

Mültecilerin anlatımları, Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin 2011 ve sonrasında Suriye’den Antep’e göç eden kadın ve erkeklerle yaptığı görüşmelere dair ‘Suriyeli Mültecilerin Perspektifinden Türkiye’de Yaşam’ raporundan.

Türkiye’de mülteci olmayı ise, derneğe konuşan Mulhime şöyle özetliyor:

“Türkiye’ye geldiğimizde ilk duyduğumuz kelime ‘misafir’di. Aradan bir zaman geçti bu sefer geçici koruma lafını duymaya başladık. Ne var ki ikisi de benzer… Aslında ikisi de Suriyelilere bir statü vermiyor. Suriye’de yaşanılanın adı savaş, dört senedir süren bir savaş. Ve dahası artık bu savaşın uzun yıllar süreceği çok bariz. Ne kadar süreceği belirsiz olan bir savaştan dolayı ülkeye gidemeyen Suriyeliler buradaki hayatı, hayata dair işlerini nasıl halledecekler? Çocuklar eğitime nasıl devam edecek? İnsanlar hayatlarını nasıl kazanacaklar? Medeni haklarını nasıl kullanacaklar?”

Ya da onları artık sadece kriminal olaylara konu oldukça mı hatırlayacağız?