Yirmili yaşlarda tanıştım Vian’la… Bazı yazarların çeviriyle okuması neredeyse olanaksızdır. O vakit bu güçlüğü sezmiş ve kendi dilinden okuyamadığım için dertlenmiştim. Dünyanın tüm romanlarını kendi dilinden okuma olanağımız yok ki! Ama iyi romanı sezebiliyoruz…

“Bize sağanak aşk lâzım”

1.

“Mezarlarınıza Tüküreceğim” Boris Vian metinleri içinde en rahatsız edici olan belki. Bunca zaman neden okumamışım, hayret. Öfkeli bir kurgu mu bu? Değil, ötesi tiksinti uyandırmak isteyen, okuru zora koşarak can yakmaya çalışan bir roman bu! Sevdim mi, hayır. Hızla ve hırsla okudum ama. Bir roman her zaman sevilmez, hatta çoğunlukla bir tür lezzet bulmak için de okunmaz. Bazen o yazınsal sürece tanıklık eder, kendi içinde romanla dövüşür, yazarla vuruşmaya başlarsın, bundan bırakamazsın metni. Bu iyi bir nedendir. Romancının bize öğreteceği, bizi iyi kılmak için söyleyeceği yoktur, olmamalıdır. Kendi derdine düşer Boris Vian ve eminim içine sürüklenilen o bataklığa dair ne dediğini hem biliyor, hem bilmiyordur!

Irkçılığa duyulan öfkenin, intikamla dineceğini sanmak, tam da bu yüzden yerleşik tüm ahlak kurallarını ayaklar altına almak iyi fikir. Sonunda cinayet var. Ölen kimdir? Bir roman kahramanı mı, yazar mı? İntihar ederek yaşamak diye bir olgu var kuşkusuz… Yirmili yaşlarda tanıştım Vian’la… Bazı yazarların çeviriyle okuması neredeyse olanaksızdır. O vakit bu güçlüğü sezmiş ve kendi dilinden okuyamadığım için dertlenmiştim. Dünyanın tüm romanlarını kendi dilinden okuma olanağımız yok ki! Ama iyi romanı sezebiliyoruz…

Kahraman kitapçı, onca olay içinden “Mezarlarınıza Tüküreceğim”den şu satırları çizdim;

“Kitabın içeriği hakkında çok yeterli bir bilgi edinmem için ticari özetini okumam ve farklı dört beş sayfasına göz atmam, zamanımın dörtte üçünü alıyordu; çok yeterli derken, bu yapay hilelere kanacak zavallıya yanıt verecek kadar: Resimli kapak, broşür ve küçük bir biyografik notla yazarın fotoğrafı. Kitaplar çok pahalı ve bütün bunlar da bunun için bir neden; insanların iyi bir edebiyat eserini satın almayı dert etmediklerinin kanıtı bu; üzerinde konuşulan ve kitap kulüplerince önerilmiş bir kitabı okumuş olmayı istiyorlar. Kitabın içeriğine aldırış ettikleri yok.”

2.

Günceleri ünlü yazarlar vardır, okurken haz duyar, bir yandan da “Acaba ne kadarı dürüstçe yazılmış?” bu metnin diye düşünürüz. Andre Gide bunlardan biridir. Çok zaman önce elime aldım yazdıklarını, karmaşık ruh hali, toplum dışına itilmişlik, bir yandan dayanılmaz bencilliği üstüne düşündüm. Boris Vian da aynıdır. Yaşamını temize çekmeye kalkışmaz, kafa tutar hepimize. Metinlerin sertliği, yıkıcı etkisi oradan gelir belki. Salt güzel duygular hissettiren yapıtları sanata dâhil sayanlar, bu yeraltı, karanlık dünya içine düşünce yollarını şaşırırlar çoğunlukla. Woolf okumalarımı tamamlarken, en verimli çağında intihara sürüklenen yazarın son günlerini ayrı bir dikkatle okudum. Hitler’e komşu olmayı sindiremiyor bir yandan; nerdeyse düşlerinden, hislerinden, yapmak istediklerinden utanıyor önce, sonra bıkkınlık duygusu uç veriyor. Yaşamını bitirmeye karar vermek güçtür. Bir yapıta son vermek daha da güç…
Günce edebi tür olarak hakkı yenilmiş duruyor…

3.

Birinin tüm gününü neden öğrenmek isteriz? Belki ünlü olduğu için, belki de dikizleme dürtüsünden. Sıradan bir insanın günü önemsiz midir? Hiç değil… Hoş günce yazımında günü gününe not tutmak diye bir koşul yoktur. Genç yaşta, ruhunda, bedeninde beliren değişimle başa çıkamayan kimse, sığınak olarak görür günceyi. Duygu boşalımına gereksinim duyan insan kimi zaman da şiir yazmak ister. Oysa iki tür için de yoğun duygular fazladır. Matematiği unutur, sözü incelikle, saf hale getiremezsiniz kaybolursunuz. Yazarlığa devam edince bu ölçüyü tutturur kişi. Gerçi eğer bir teraziye çıkmayı göze alamıyorsanız, kalemi de tutamazsınız ya neyse… Çağdaş yazarların kapışması doğaldır da bunun okura faydalı olanını bulmak güçtür.
Bu günceyi yazmaya başladığımdan bu yana tüm haftamı okurla da paylaşmak gibi riskli bir işe giriştim. Okuduklarım, yazdıklarım, tanıklıklarım üstünden bir edebi geleneğin izini sürdüm. Artık bu yazılar olmayacak, okura bildirmenin en güzel yolu budur. Olayı abartıdan uzak, yalın biçimde sunmak gerekir… Bazen yorgunluk alır götürür sizi, kimi zaman da koşulların değiştiğini fark ederseniz. Sahi insanlar benim güncemi uzun uzadıya niye okusun ki? Zaman değerli, kimseye yük olmamak lâzım. “Bana müsaade” demenin zamanını iyi ayarlamak gerekir. Hoş ben yazmaya devam edeceğim ya, neyse…

4.

Yaşla birlikte hırslarımızdan arınıp, bilge olmamız gerekir. De bazen tersini yaparız. Şiire düşkünlüğüm, belki herkes gibi, Orhan Veli ile başladı. Metin Altıok, Behçet Aysan, Cemal Süreya’yı geç fark ettim örneğin. Tuhaf. Kimseler derinlemesine okumazken belki, sanki ‘Garip’in üçüncüsüymüş gibi davranırken, kapıldım ve usta saydım Melih Cevdet’i. Aynı zamanlar Oktay Rifat sevdam da başladı. Gariptir erken yaşta Hilmi Yavuz Ve Attila İlhan’ı sevdim. İkisini de yüz yüze tanıdım sonrasında. Bir de Ahmet Oktay var ki, has şairden kimseler söz etmez ne tuhaf. İşte bu günce, biraz da bu işe yarasın istedim. Adını sayamadıklarım eksik kaldı.
Şiire lise yıllarında başladım. İlk şiirim bir pop dergisinde yayınlandı, sayılmaz. Hep söyledim Milliyet Sanat’ta yayınlanınca şiirim bu yola koyulmuş oldum. Yaş elliye yaklaşırken de kitaba dönüşüyor. Okur adını ilk kez buradan işitsin istedim. Son yazıya denk gelmesi buruk gerçi… Yakında raflarda yer alacak “Bize Sağanak Aşk Lazım”… İçimde tarifi güç bir ürperme…

röntgende çıktı

yapmacık gülümseme
tutarsız öyküler
hep fuzuli suretler

çok yaşamazsın dese
o an verecektim

son nefesi hekime

sustu

geciken ölüm
kimi iyileştirir?

5.

Konu konuyu açıyor, sanırım ‘deneme’ türünün büyüsü, lezzeti burada saklı. İlhan Selçuk, Ergenekon, Balyoz süreciyle boğuşuyordu. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandıydım “Bir An Bin Parça” ile, davet etti beni İlhan Abi. Söyleştik. Cumhuriyet’te yazmamı istediğini söyledi, lâkin hemen gazeteye koymanın yanlış olacağından söz açtı, ekte yazmamı istedi ilkin. Biraz Cumhuriyet dedikodusu yaptık. İlhan Selçuk sorular soran, bu süreçte tavrınızla sizi ölçen biriymiş, sonraları bunu iyice fark ettim. İlk gençlikten beri saygı, hayranlık duyduğunuz biriyle konuşmak kolay değildir…
“Bir gazetede ne yapmak istersin?” diye sordu. Yoklayarak saymaya başladı: “Muhabirlik, günlük yazarlık, yayın müdürlüğü?”… Başımı salladım, hiçbiri değildi çünkü. Şaşırdın, “peki ne?” der gibi baktı. “Eğer söz konusu olan Cumhuriyet’se, Melih Cevdet gibi Cuma denemeleri yazmak isterim” dedim. “Dahası onun devamı olduğumu, ona saygımı da sütunun üstüne kondururum” diye ekledim. Şaşırdı, memnun oldu İlhan Abi. Sanki ‘Ne tuhaf adamsın’ der gibiydi. O günlerde benim Cumhuriyet’e sızmaya çalıştığım konusunda kuşku, dedikodu vardı.
Anımsıyor işte insan, sonra pek tatsız bir sebeple ayrıldım Pazar Eki’nden de…

6.

BirGün özellikle Gezi’den sonra ayrı bir ivme ile büyüdü, geniş okur kitlesine ulaştı. Bir siyasi hareketin sesi olmaktan öte, ortak kaygıları taşıyan insanların “özgür basın” susuzluğuna karşılık vermeye çabaladı. Değerlidir bu. Kuşkusuz hatalar, yanılgılar günlük gazete yaparken olur. Ben programcıyım, her gün ekranda formda olamayabilir insan. Ülkenin çorak yazın ortamında ölçü olmak, laik, aydınlanmacı çizgiyi sürmek hiç kolay değildir. Yaşayan bilir. Hele de sınırlı iktisadi olanaklarla. Ben ve pek çok yazar yoldaş olarak çalıştık BirGün’de. Kalemin namusu için…

İlhan Abi’nin ömrü yetmedi benim Cuma yazılarına başlatmaya. Alçak kumpas, sahtekâr tetikçiler ömründen çaldılar Selçuk’un. Hem bu dileğimi gerçekleştirmek, hem de BirGün yoldaşlığını taçlandırmak için giriştim bu yazılara. Sağ olsunlar aylarca katlandılar bana. Bir de kitap doğdu bu yazılardan. “Yazmak Güzel Şey Be Kardeşim”… Üstelik tepede hep Melih Cevdet’in adı! “Akan Zaman Duran Zaman” nefis kitaptır, her hafta anımsattım, bu az şey değil ya…

7.

Veda duygusu iyi gelmez bana. “Bana müsaade” demem bundan. Şimdi ülkeyi gezmeye hazırlanıyorum, okurlarla dostlarla buluşacağım. “Bize Sağanak Aşk Lazım”ın tadına varayım istiyorum. Yokluğum düşmanları sevindirecektir. Beni patrona şikâyet edenler her dönem oldu, da bir gazetecinin bu yaptığına pek rastlamamıştım, hayaldi gerçek oldu! Sosyal medya aceleciliği herkese çok hata yaptırıyor. Bir de sol liberaller düğün yapmasın sakın… Bereket BirGün patronsuz gazete…
Tarık Dursun: “Kısa sözün uzunu” derdi, bize yakışanı güzel dillendirerek. Diyeceğim dostlar sahiden bize aşk lazım, gökyüzü delinip boşanırcasına bıraksın üstümüze… “Merhaba” demekten güzeli var mı ki!

Elveda değil merhaba…