“Bize unutturulmaya çalışılan birçok şeyi çoğaltmaya çalıştım”

BUSE KAYNARKAYA

Uzun yıllardır edebiyat ve müzik alanında üretimde bulunan Lokman Kurucu, 2017’nin sonlarında “Burdayım Nû” isimli bir albüm çıkardı. Tamamen şiir bestelerinden oluşan bu albümü, Kurucu’nun müziğine sirayet eden sanat anlayışını ve müziğine dair planlarını konuştuk.

-Devinim içinde bir yolda olma hali “Nû”. Albümün tanıtım metninde “Hoşça kal” diyerek onu yolculuyorsunuz. Ardından baktığınızda nasıl bir seyir halinde?

Sanat hastalık değil, birçok hastalıklarımızla baş etmeye çalışmanın ifadesi. Ama, bu ifadenin bu hastalıklara iyi gelip gelmediğini soracak olursanız, sanatçı nezdinde bu soruya “pek değil” cevabını vereceğim! Yolda olma hali bu yetmezlik ile ilgili. Tuhaf ama gerçek ki umut tam da bu yetmezlikten el sallıyor. İnsanın kendi içine oturması, yani olmak, yolun bir yerinden sonra olacak bir şey gibi. Yol bitmediği için sanat da bitmiyor. Ne edebiyat! Ama gerçek; olmak imkânsız. Nû, daha önce belirttiğim gibi çıktığım yollardan sürekli kendime varma, imkansız da olsa kendimde kalmaya çalışmanın sesi. Bu ses benden delirerek kurtuldu, parçalanarak ve her parçası büyüyerek de çok hızlı ilerliyor. Başka sesler yerini alacak elbet. Müzik ortamının bu seslere kayıtsız kalma gibi bir şansı yok.

-Tamamen şiirlerden oluşan, dili şiirin duygusuna, hikâyesine göre değişen şarkıların bir aradalığı diyebiliriz bu albüme. Şiir yazmak ile şiir söylemeyi kesiştirirken nasıl yollardan geçtiniz?

Müziğe şiir yazmakla başladım diyebilirim. Zira yazdığım her şiirin önce müziği bitmiş ruhumda. Bunu biraz geç de olsa anladığımda beste yapmaya başlamıştım zaten. Kelime olarak şiirle yan yana durması biraz tuhaf kaçsa da; şans. Yani şiirdeki cehennem şansa dönüştü müziğimde. Zira anlamını yaşamadığımız, bir satırı ya da bir dizesi hayatımızın herhangi bir anını doldurmayan bir şiirin içine girmek, onun arka odalarındaki sesleri duymak çok zor.
Bu yüzden şiir besteleyen sanatçıların müziği sevdikleri kadar şiiri de sevmeleri, ona hâkim olmaları gerekir. Diğer türlü hepimizin bildiği dinlediği gibi ortaya çıkan eserler genelde sözün fazlasıyla ön planda olduğu, müziğin şiire sadece katkıda bulunduğu tarzda ortaya çıkıyor. Bu tekdüzelik özelde bestelenen şiirlere, genelde şiirle müziğin bir araya geldiğinde harikalar yaratabileceği hakikatine zarar veriyor.Bu albümle “şiir bestelemek” konusundaki genel anlayışı sorgulatabilecek bütünlüklü bir iş ortaya çıkardığımı düşünüyorum.

bize-unutturulmaya-calisilan-bircok-seyi-cogaltmaya-calistim-418909-1.

-Ormanşehir Sanat Edebiyat Kolektifi de Kaos Çocuk Parkı da tekelci piyasaya “fanzin kitaplar” gibi fikirlerle karşı duran, alternatif bir yapıya sahip olmuş. Edebiyata, sanata, hayata bakışınız buradan geçiyor. Bunu ele almadan albümün temelinde yatan fikri eksik sorgularız bence.

OrmanŞehir ve Kaos Çocuk Parkı kurucu ideolojinin korunaklı camekânlarında “mış” gibi yaparak kendilerini on yıllarca farklı farklı söylem ve etiketlerle pazarlayabilmiş kişi ve grupların yarattığı yanılsamalardan kopuşun edebiyat ortamındaki ifadesiydi. Yani bütün şartlar olgunlaşmıştı zaten ben ilk kıvılcımı çaktığımda. Özellikle Kçp’de çok kısa sürede benim amaç ve öngörülerimi hayli aşan bir enerjinin içinde buldum kendimi. Benim edebiyata, sanata, genel olarak hayata bakışımı netleştiren, bu kolektife emek verenlerin enerji ve samimiyetleriydi. Hep beraber Türkiye’de (ve hatta dünyada) ilklere imza attık. Ama ülkede yaşanan gelişmeler o az önce bahsettiğim camekânların parçalanmasına, bu camekânlardakilerden kaynaklı derin boşlukların ortaya çıkmasına yol açıp ülkenin gerçekleri herkes için görünür, dokunulur hale gelince dağılmanın daha iyi olacağını düşündük. Yani o camekânlardakiler yerlerinden edilmiş ve bir türlü içselleştiremedikleri farklılıklarla birçok konuda aynı hizaya gelmişti. Sevinemeyeceğimiz, “oh olsun” diyemeyeceğimiz bir şekilde de olsa birçok konuda durum eşitlenmişti artık. Hem bu yüzden hem de ülkece her alanda maruz kaldığımız vandalizme karşı yapabileceğimiz en iyi şeyin daha çok üretmek olduğunu düşünerek dağıldık. Zaten bu gerçekler olmasaydı da dağılacaktık, zira bir şeylerin merkezi haline gelmek ya da bir alanda tekel olmak üzere bir araya gelmemiştik. Tersine başta bu anlayışı karşımıza alarak başlamıştık her şeye. Hem üretmek hem başka kişi ve oluşumların; “ya zaten Kaos Çocuk Parkı yapıyor bu işi, bize gerek yok” diye düşünerek geride hareketsiz kalmaması açısından çok doğru bir karardı.

Hazır konuşma bu noktaya gelmişken ülke için önemli olduğunu düşündüğüm bir Fanzin oluşumunu anmak isterim. Efe Elmastaş’ın koordinatörlüğünü yaptığı Fanzin Apartmanı Oluşumu bir süre önce “Fankit” hareketini başlattı. Serkan Üstündağ, Emrah Ersan, Onur Çapkın, Selma Cengiz, Zeynep Yıldırım, Mehmet Fatih Balkı, Efsun Etlioğlu, Yunus Abid, Melika Palaz, Gökhan Toker, Göktürk Yaşar gibi birçok yazar arkadaşın içinde yer aldığı bu oluşum “Fankit” adını verdikleri fanzin kitapları ücretsiz olarak Türkiye’nin belli başlı kitabevlerine, kafelere, istenilen her yere ücretsiz olarak dağıtıyorlar. Nitelik ve nicelik açısından oldukça sağlam bulduğum bu hareketin takip edilmesinin iyi olacağını düşünüyorum.

-Albümdeki bestelerden biri olan Ömer Faruk Hatipoğlu’nun “Kalbine Düştü Kızımın” şiiri Diyarbakır’daki işkenceleri konu alıyor. Gündemin sıkışmışlığı içinde toplumsal bellekte yer eden acıları hatırlatmaktan çekinmiyorsunuz.

Şu an yaşatılan, yaşanan acılar eski acıları unutturmak üzere tasarlanmış sanki. “Siz geçmişe yanacağınıza, şu anınıza yanın” der gibi tarifsiz acılar. Şair Ömer Faruk Hatipoğlu’nun “İşkence” şiiri gibi şiirlere işte tam da bu noktadan bakmak gerek. Bu şiirler kulağı altında bomba patlamış, bütün duyularını, anılarını kaybetmiş çocuklar gibi evde, dışarıda ve kendimizde birkaç imgenin etrafında dolaşırken imdadımıza yetişiyorlar. Yeni bir hafıza, yani yeni bir imkân oluyorlar bize. Bu albümde sadece Diyarbakır yok. Şair Sunay Akın’ın “Şehit” şiirinden bestelediğim şarkı var mesela; o şarkıda kıyılar arasında sevdiğini arayan bir asker, artık sevdiğine sarılamayan, dokunamayan, onunla konuşamayan, zamanında yaşayan bir asker. Yine şair Çayan Okuduci’nin ‘’Şairler Yalancıdır’’ şiirinde ağıt, önce umut sonra değişim için gerekli olan umutsuzluk var. Şair Şeref Bilsel’in şiirinde yoksulluk, şefkat, merhamet, fedakârlık var. Bu albümde bize unutturulmaya çalışılan birçok şeyi çoğaltmaya çalıştım. Bunu yapabildiysem ne mutlu.

-Bu sene içerisinde bir müzik çalışmanız daha olmuş, “Leş”. İki albüm arasında müzikal olarak belirgin farklar var. Bu anlamda hayatın her noktasına dokunmaya çalıştığınızı anlayabilir miyiz?

Hayata çarpa çarpa ölüme yürüyen varlıklar olarak, dokunmak istediklerimizden çok maruz kaldıklarımızı işliyoruz. Bizi biçimlendiren şeyler dokunduklarımızdan çok iyi ya da kötü maruz kaldıklarımız. “Leş” albümü daha önce belirttiğim gibi babamın meyhanelerine, içini arabesk şarkı sözleriyle doldurduğumuz defterlere, 90’lara, yani şu ana kadar bu ülkede dinlediğim bütün müziklere ve elbette tüm sokaklara bir saygı duruşuydu. “Leş”, verilmiş bir sözdü ve şu an yaptığım müzikle hiç alakası olmasa bile onu yerine getirmenin huzuru içindeyim.

“Nû”da ise maruz kaldıklarımdan çok bilinçli olarak yürüdüğüm, dokunduğum noktalar daha baskın.

-Hâlâ yolda olduğunuzu düşünürsek yeni çalışmalarınızda yolculayacağınız neler var?

“Şiirden şarkılar” müzik projesi üç albümden oluşuyor. “Nû” bunun ilk ayağıydı. Bu projenin diğer şarkıları hazır, 2018’de tümü yayınlanmış olacak. Sonrasında otuz şarkılık bir müzik projesi daha var. Bunun sonrası ve daha sonrası da var. Yani o kadar çok şey birikmiş ki müzik adına, bunları bir biçime sokup yayınlamak en az bir beş yılımı alır. Bu beş yılın sonunda ne olur bilmiyorum ama ben salt bir alanda ömür tüketmek istemem. Sanatta ve hayatta uğrayacağım çok yer var daha. Yani;

‘’Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
Başakları devşirip otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgâr.’