“Chunyun” (Bahar Festivali veya Çin Yeni Yılı) dönemi dünyanın en büyük nüfus hareketliliği olarak bilinir. Geçen 30-40 yıl içinde adeta bir iç göç/göçmen ülkesine dönüşen Çin’de festival tatilini aileleriyle birlikte geçirmek için ülke nüfusunun üçte birinden fazlası yer değiştirir. Fakat bu yıl pek öyle olmadı. Yüksek risk grubunda yer alanların aşılanmasına rağmen, festival tatilinden (12 Şubat) önce başlayan yayınlar ve uyarılarla hükümet halktan festivali bulundukları yerde kutlamalarını istedi, ikna etmeye çalıştı. Ortada herhangi bir yasak yok; bilgilendirme ve uyarılarla halkın bu sürece gönüllü katılımı istendi.

Bu nüfus hareketliliğini azaltma çağrısına halkın katılımı beklenin üstünde olmuş gibi görünüyor. Burada belirleyici faktör halkın Çin hükümetinin toplumun sağlığını korumayı amaçladığından kuşku duymaması. “Hükümetin Covid-19’u toplumun üstüne çullanmak ve nefessiz bırakmak için araç olarak kullandığını ve bu yüzden toparlanma sürecini olabildiğince ağırdan almak istediğini” düşünen bir kişi bile çıkacağını sanmam. Ulaştırma Bakanlığı’nın açıkladığı veriler nüfus hareketliliğinde/seyahat edenlerin oranında 2020’ye göre yaklaşık yüzde 20, 2019’a göre ise yüzde 70 civarında bir azalma olduğunu söylüyor. 2020’de Wuhan’da başlayan kapatma-karantina (23 Ocak) ardından hızla ülke çapında önlemler alınınca, nüfus hareketliliği de zaten hızla düşmüştü.

İnsanları bulundukları yerde kalmasını, festivali orada kutlamasını cazip hale getirmek için yerel yönetimlerin epeyce çaba sarf ettiği görülüyor. Bizim şehirden birkaç örnek yazmak istiyorum: Wuhan Belediyesi, Yeni Yıl tatilinde şehirde kalanlar için 100 milyon Yuanlık (yaklaşık 15 milyon dolar) bir “Yeni Yıl Hediye Paketi” duyurdu. Alipay, WeChat veya Meituan uygulaması üstünden ödeme/alışveriş yapanlar tutarının üçte biri kadar “Wuhan Bahar Festivali Tüketici/indirim Kuponu” kazanacaklar ve her tür alışverişte hemen kullanabilecekler. Ayrıca, çok sayıda konser, tiyatro gösteri, dans gösterisi vs var. Bugüne kadar hiç duymadığım “su altı Dragon dansı” gösterisine gitmeyi iple çekiyorum.

Bütün bunlar tabii ki (biraz gevşetilmiş) önlemler kapsamında olup bitiyor. “Maske takın, yanınızda dezenfektan bulundurun, kalabalık oluşturmayın ve uzak durun, dondurulmuş gıda ürünlerinin ambalajındaki soğuk zincir kodunu okutarak hangi kaynaktan geldiğini kontrol edin vs” uyarıları hiç bitmiyor. İthal dondurulmuş gıda ürünlerinin paketlerinde Covid-19’a rastlanması nedeniyle, insanlar bu ürünleri almaktan, satıcılar ise satmaktan uzak duruyorlar. Halk arasında “hükümet et yemenin virüsün yayılmasına yol açabileceğini söylese Wuhan halkı ebediyen vejetaryen olur” diye bir şaka dolaşıyor.

“Normal” ne yana düşer

İktisatçı dostlar kenti ayağa kaldırabilmek için hükümet yardımları, hibeler, destekler ve neredeyse sıfır faizli ve uzun vadeli banka kredileri olarak Wuhan’a 200 milyon dolardan fazla para aktığını söylüyorlar. Ekonomik hayat “hafifletilmiş önlemler” kapsamında epeyce toparlanmış olsa bile, günlük yaşamımız o “normal” günlerdekinden çok uzak sayılır. Yaşadığımız “yeni normal”, olası siyasi ve ekonomik sonuçları şimdilik bir tarafa, bize başka bir şeyler söylüyor. Maske, kişilerarası fiziksel mesafe kalıcı olacakmış ve hijyen bir takıntı halini alacakmış gibi duruyor. Bir taraftan da virüsün “normal” günlere dönmemize izin vermeye niyeti yokmuş gibi görünüyor. Bu kadar çok sayıda ve giderek daha da artan mutasyonların nereye varacağını şu anda kimse kestiremiyor. Buradaki bazı uzmanlar “Aşılar sayesinde tam salgını kontrol etme umudu belirmişken, virüsün geçirdiği (henüz tam olarak bilemediğimiz) mutasyonlar yüzünden başa dönme riskini hafife almamalıyız” diyorlar.

Salgın bu ölçekte Wuhan yerine birdenbire Batı’nın herhangi bir kentinde –özellikle ABD’de- ortaya çıksaydı, felaketin boyutu bugünkünden çok daha büyük olurdu. Çünkü Batı’nın ne böyle bir salgın deneyimi ve birikimi, ne nasıl baş edebileceğine dair bilgisi ne de dayanışma kültürü vardı. Nitekim baş edemedikleri için virüsün mutasyon geçirmesinin ve olası yeniden yayılmanın merkezi-kaynağı haline geldiler.

Salgının başlarında dünyadaki “Pandemi kontrol altına alınır ve hayat kaldığı yerden devam eder” umudu/beklentisi yerini “baş edilmesi zor ve daha uzun süre bizimle birlikte olacak gibi görünen bir virüsle nasıl yaşayacağız” endişesine bırakmaya başladı. Salgın Batı’daki neo-liberal kapitalizmin krizinin üstüne geldi ve bir taraftan krizin daha ağırlaşmasına yol açarken, diğer taraftan yarattığı sömürüyü ve adaletsizlikleri ortaya döktü. Önceki yazılarımdan birinde “Covid-19 sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış gibi görünüyor” diye yazmıştım. Her ne olacaksa, neler yaşanacaksa burada farklı Batı’da farklı yaşanacak. Temel soru “İnsana mı yoksa ekonomiye mi öncelik verileceği”. Bizi nasıl bir “normal”in beklediğini bu soruya verilen cevaplar belirleyecek.