Gazetenin eski editörlerinden dostum Selami İnce Pazar günleri yazmamı istediğinde ‘ben siyasi ve demografik karamsarım, nasıl şen şakrak Pazar yazısı yazarım, Ayşe Arman gibi bu konuda yetenekli de değilim’ diye düşünmüştüm. Sonra yavaş yavaş öğrenmeye başladım derken Londra Yazıları geçen yıl Pazartesi gününe geçti. Pazartesi’den daha karamsar bir gün zor bulunur.

Yıl sonu gelince biraz bilanço telaşına düşülür ya, bir gazeteci arkadaşım geçen gün ‘hocam yılı özetleyen iyi kötü bir şeyler yazar mısın?’ dedi. Düşündüm işin ‘kötü’ kısmına dair epey birikim olmuş. İyi kısmında aklıma sadece Beşiktaş’ın ikinci kez üst üste şampiyon olması ve Şampiyonlar Ligi’nde grupları yenilgisiz lider tamamlaması geldi. Bunun da iyiliği en azından Beşiktaşlı olmayanlar açısından tartışılır.

O yüzden yılın umut verici olayları nelerdi, canımızı en çok ne sıktı konusuna girmeyeceğim. Onu herkes kendi kendine sessizce yapsın. Özellikle de iktidar partisinde milletvekili olan, mevki sahibi olan, etki ve söz sahibi olan tanıdıkların bu sessiz muhasebenin sonunda seslerini çıkarmalarını diliyorum. Yanlış anlaşılmasın yeni yıldan dileğim tabii ki dünya barışı.

Bu muhasebeye biraz yardımcı olabilir diyerek Türkiye geçen yılı İngiltere’den nasıl göründü onu düşündüm.

Eski başbakanın dağıtımcısı olduğu Ülker’in 1 Nisan şakası reklamıyla başına neler geldiği buradan duyuldu. Kıskançlıkla bütün İngilizler okudular meseleyi ve köşelerine çekildiler. Şaka şaka bu komplo teorilerinden ne hazzederim bilirsiniz. Manzara bildiğinizden daha olumlu. İngilizler genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana ve evet doğru biliyorsunuz, sizi paranız için seviyorlar.

Nitekim 2017 yılı da böyle başlamıştı. Başbakan Theresa May, Ocak ayında Türkiye’ye 100 milyon Sterline savaş uçağı satış anlaşması yapmış laf arasında da “İnsan haklarına saygılı olunsa, hakka hukuka uyulsa iyi olur” diye dokundurmuştu. Kasım ayında bu bizi paramız için seviyorlar ilişkisi Binali Yıldırım’ın Londra seyahatiyle pekiştirildi. İngiltere ile anlaşmalar yapılacaktı ama Türkiye yine de AB’ye girmeye kararlıydı.

Ağustos ayında yapılan anlaşmalarla bu ilişki daha da pekiştirildi. Halihazırda 12 Milyar Sterlin olan Türkiye-Birleşik Krallık ticaret hacminin 15 milyar doların üzerine çıkarılması hedefleniyor. İngiltere Türkiye’ye ihracat yapacak şirketlere destek bütçesini 3.5 Milyar Sterlin’den 5.25 Milyar’a çıkarmaya karar verdi.

Ancak mart ayında Dışişleri Komisyonu yayımladığı raporunda hem Türkiye’nin resmi söylemi olan “Fethullah Gülen’in darbe yaptığına inandırıcı kanıt yok” diyerek teyit etmiyor hem de Türkiye’de özellikle Kürtleri hedef alan siyasi adımları eleştirip insan hakları ve demokrasi uyarısı yapıyordu.

Hatta Muhafazakar Partili komisyon başkanı Crispin Blunt açıkça “bu işten çıkarmalar Türkiye’nin saygınlığına, ekonomisine, Birleşik Krallık’la ticaret imkânına ve IŞİD gibi ortak düşmanlara karşı askeri mücadele kapasitesine zarar veriyor. Ancak daha da önemlisi, Türkiye’de darbeden önce zaten zayıflamış olan insan hakları ve demokrasi değerlerinin altını oyuyor” diyordu.
Eylül ayındaki raporunda aynı komisyon ısrarla demokrasi ve insan hakları vurgusu yapıyordu. Hükümetin komisyon raporuna ilişkin yanıtları daha ılımlı olmakla birlikte aynı yöndeydi. Önerilerden bir tanesi de Yıllık İnsan Hakları ve Demokrasi raporunda “Türkiye’nin İnsan Haklarında Öncelikli Ülke” olarak tanınması. Yanlış anlaşılmasın bu unvanı alan ülkeler insan hakları ihlalleri ve demokrasinin yokluğu ile malül. Tipik olarak komisyon, mümkün ölçüde geniş kapsamlı bir inceleme yapmış. Arada Fethullahçı kişi ve kurumlardan da ifade almışlar.

Komisyonun takibi mutlaka devam edecek ama temel meseleleri Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin hızla erozyona uğraması. Bunun karşısında dengeleyen ya da iktidarın elini bağlayan meseleler ise ticari kapasite, İslamcı teröre karşı ortak mücadele, NATO üyeliği ve Türkiye’nin göç akımlarına kalkan olması. Yeni yılda yön arayışı sürecek ve Türkiye dosyası açık kalacak.

İyi haftalar ve bol şanslar.