Bizim çocuklarımız neden ölüyor?

SİBEL KÖKLÜ @SibelKoklu

Bir süredir sokaklarda dolaşan kör bir şiddet var, hep bizim çocuklarımıza denk gelen… Eline bıçak, pala, satır alan esnaf sokağa dökülüyor. Sanki gizlice ilan edilmiş bir savaş sürüyor. İstanbul’un Kadıköy, Beşiktaş, Beyoğlu gibi havası en özgür semtlerinde adeta pusuda bekliyor baharatçısı, kuaförü, otoparkçısı, bar işletmecisi… İnsan ister istemez soruyor, neden bizim çocuklarımız ölüyor diye. Cevabını da kendi veriyor, çünkü bizim çocuklarımız bıçak sallamayı bilmiyor ama bıçaktan da kaçmıyor. Ama böyle devam edemeyiz, arkadaşlarımızı hiç yere kaybetmeye alışamayız. Hesapları mahşere bırakamayız.

Yaklaşık üç ay önce Kadıköy’de kartopu oynarken öldürülen Nuh Köklü’den sonra Kadıköy’de ikinci bir bıçaklı saldırıyla karşılaştık. Ne acı ki genç arkadaşımız Bahadır Grammeşin’i bu vahşi saldırı sonucu kaybettik. Bahadır tacize müdahale etmiş ve saldırıya maruz kalmıştı. Nereden bilecekti ki, bir kadınla arkadaşlık etmeyi bırakın, belki de yan yana yürümemiş, yüksek sesle gülmemiş bir insan müsveddesinin gelip kendisini bıçaklayacağını? Aklına gelmezdi çünkü o hep bir ağızdan söylenen türkülerle büyümüştü.

Bu acı kayıplardan sonra insan ister istemez soruyor, bizim çocuklarımız neden ölüyor diye… Aslında bunun çok açık bir yanıtı var. Çünkü bizim çocuklarımız bıçak sallamayı bilmiyor ama bıçaktan da kaçmıyor. Peki ne olacak böyle? Biz hep Çiçek Çocukları gibi meydanlarda özgürlük şarkıları söylerken arkamızdan bıçaklanacak mıyız? Her ölenle aslında ne kadar yalnız olduğumuzu mu göreceğiz? Hesapları hep mahşere mi bırakacağız? Yoksa biz eşit ve özgür bir dünya, adalet için yürürken, arkamızda bizden nefret eden insanlar olduğunu ve tedbir almamız gerektiğini öğrenecek miyiz?

Evet gerçek bu… Sol düşünceyi, kadınların özgürlüğünü, eşitliği, laikliği savunduğumuz, adaleti sokaklarda aradığımız için bizden nefret eden insanlar var. Kadıköy’de bu tablo son zamanlarda daha çok göze batar oldu. Gezi’den sonra eskisi gibi Taksim’de kendine yer bulamayan muhalefet, daracık Kadıköy sokaklarına sıkışınca çelişkiler keskinleşti. Zaten kutuplaştırılan ve birbirine düşman haline getirilen toplumsal kesimler arasında esnaf, belli çevrelerin ve kişilerin dolduruşuyla karşımıza dikilmeye başladı. Esnaflığın fıtratında bu var sanki. Muhalefet edenin sesini iktidar adına kesmek…

Bahadır’ı kaybettikten sonra gördük ki sol cenahta da ‘Bu işin siyasi boyutu yok’ diye düşünen arkadaşlar var. Oysa ölenlerin kişiliği bile olayı siyasi boyuta taşımaya yeter. Bu insanlar zaten siyasi bir görüşe sahip oldukları için, bir şekilde bulundukları alanlara sahip çıkmaya, yanlarındaki insanları korumaya çalıştıkları için öldürüldüler. Unutmayalım ki olayın siyasi boyutu yok demek, basit bir mahalle kavgasına indirgemek, bu insanları sahipsiz bırakmaktır. Davalarını takip etmek, katillerinin yargılanması ve ceza alması için uğraşmak boynumuzun borcudur.

ÖZGÜR'Ü BIÇAKLAYANLAR SERBEST KALDI
1 Mayıs’ta Beşiktaş’ta polisten kaçarken saklandığı yerde, otoparkçı tarafından sinsice bıçaklanan Özgür Altunbilek şanslıydı belki de. Nasılsa olay çıkar diye hazır bekletilen ambulansla hastaneye yetiştirilince ölümden döndü. Özgür, hastaneden çıkıp evine gelince yaptığı açıklamayla memleketin hakkaniyetini kaybetmiş adalet sistemini de gözler önüne serdi; “Beni bıçaklayanları tutuklamaları için ölmem mi gerekiyordu?”

Evet, haklıydı Özgür. Kendisini bıçaklayanlar belliydi ama bunun bir cezası yoktu süper adalet sistemimizde. Sizi kovalayan polisi resmi üniformasından tanıyıp kaçarsınız ama sizi saklandığınız yerde sıkıştırıp bıçaklayan sivillerle nasıl başa çıkarsınız? Yeni ölümler, yaralanmalar görmek istemiyorsak, bu sorunun cevabı aranmalı…

80 öncesi bu tür saldırılara karşı bir önlem olarak Direniş Komiteleri gündeme gelmişti. Evet o zamanki gibi silahlı sivil faşistler yok belki ortada ama bıçaklı, palalı, satırlı lümpenler, mahalle kabadayıları, esnaf kılıklı mafya çeteleri var. Nuh Köklü’nün öldürüldüğü gece katili baharatçıya yardıma gelen kuaför, ortaya çıkan kamera kayıtlarında elinde görülen ve parlayan nesnenin bıçak değil cep telefonu olduğunu söyleyince serbest bırakıldı. Bahadır’ı öldüren grubun içinde yer alan 8 kişi serbest kaldı. Tıpkı 1 Mayıs’ta Beşiktaş’ta Özgür’ü bıçaklayan otoparkçıların serbest bırakıldığı gibi.

Sonuçta bizi kollayan bir adalet sisteminin olmadığı ortada. İktidar olma hırsıyla birbirini tutuklayan savcı ve hâkimlerin bulunduğu yargı sistemine ve adalete nasıl güveneceğiz? Filler tepişiyor, çimenler eziliyor. Ama unutulmasın ki adaletin olmadığı yerde herkes kendi adaletini arar.

Şimdi geçmiş deneyimleri tarihin süzgecinden geçirip yeni bir yol bulma zamanı. Hayatın içinde bulacağız bu yeni yolu. Belki de işe bu “kız meseleleri”nden, “laf atma” yüzünden çıkan kavgalardan başlamalıyız. Gerekirse Femen kızları gibi zıplamayı, uçan tekme atmayı öğrenelim, tekvandoya, judo’ya başlayalım ama bize laf atana gerekirse kafayı biz koyalım. Erkek arkadaşlarımız bizim yerimize kavga etmesin. Onları bu baba, koca, abi rolünden azat edelim. Bir kadın olarak, arkadaşım benim için kavga etti, bıçaklandı azabını ömür boyu çekmeyelim.
Aksi takdirde, korkarım hesaplar mahşere kalacak.