Bugün Cumhuriyet’in resmi olarak ilan edilmesinin 95. yılı. Beşli onlu yılları önemsemeye yatkın bir zihinsel yapımız var. Oysa yıldönümleri çoğu zaman yanıltır. Elimizde olmadan insanın doğum günü gibi düşünürüz. Sanki tam da o gün başlamıştır, gibi. İnsan yavrusunun doğum gününü bile belirleyen öncesindeki yaklaşık 9 aylık dönem.

Cumhuriyet için asıl doğum günü 23 Nisan 1920 olarak da kabul edilebilir. Dahası o tarih bile başlama noktası olarak kesin değil. Titiz bir toplumcu tarihçi 1808 Sened-i İttifak’ına kadar geriye çekebilir ve haksız da sayılmaz. Osmanlı padişahının yetkisinin ilk kez sınırlandırıldığı, kadir-i mutlaklıktan geri adım attığı tarihtir, çünkü. “Ayan” lehine olsa da kulun padişahın mülkü olmaktan çıktığı ilk belgedir.

Yine de 29 Ekim 1923 devrimci sıçrayışın gerçekleştiği gün olarak belirleyici. O günden sonra Meclis inşa edeceği siyasal rejim için yasal meşruiyet kazanmış, kendisini yasal zemine çekmiştir. Eğitim birliği, harf devrimi, hilafetin kaldırılması, şeriat hukukunun kaldırılması ve kadın hakları ancak rejimin yasallaşmasıyla gerçekleşebilmiş. Bu devrimin temelinde laiklik ve Meclis üzerinden hükmetme olduğu da açık. Padişahlıktan temel fark tam da bu iki özellikten kaynaklanır.

Öyle ise 29 Ekim 1923 niteliksel bir sıçramanın sembolik günü olsa gerek.

Sonrası… Sonrası Cumhuriyet’i hem sevgili hem de zalim olarak tanımlayabileceğimiz inşa yılları. İlk gününden başlayarak farklı siyasal anlayışların biteviye çatıştığı ve ağırlıklı olarak sağcıların egemenliğinde geçen yıllar.

Cumhuriyet devriminin toplumcu yanının hiç bir zaman tam olarak egemen olamadığı, sınıflar söz konusu olduğunda her defasında sermaye sınıfının yararına iktidarların birbiri peşi sıra geldiği, krizlerin askeri darbelerle geçiştirildiği 95 yıl.

Bu gün Cumhuriyet yıkılıyor mu, tartışmasının düştüğü en büyük yanılgı burada yatıyor. Günlük güneşlik bir demokrasi varmış da RTE-akp oligarşisi bir karşı devrim yaparak Cumhuriyet’i yıkıyormuş diye sürdürülmeye çalışılan siyasetin çıkmazı da. Bu yanılgıdan uyanmanın ilk ve yalınç adımı RT Erdoğan’ın tam olarak Kenan Evren’in gönlünde yatan aslan olduğunu görmekle mümkün olabilir. Ama daha da açık seçik olan bir yanda peş peşe süren iflaslar varken, Türkiye sermaye sınıfının Damadın ardında hizaya girip, enflasyonla mücadele müsameresine katılması değil mi?

Cumhuriyet, ilan edildikten çok kısa süre sonra sermayenin cumhuriyeti olmayı seçmişti, bu gün de farklı değil.

Modern cumhuriyetlerin saç ayağı olan laiklik ilkesinin, Türkiye sermaye sınıfı için bir değeri olup olmadığını düşünmek yeterli değil mi? OHAL sayesinde grevden sizi koruyoruz diyen bir Cumhurbaşkanının ardında sıraya girmeyecekler de ne yapacaklar?

Öyle ise yıkılıyor mu korkusunda boğulmak yerine “biz” ne istiyoruz, nasıl bir rejim istiyoruz sorusuna yanıt aramamız gerekmiyor mu?

Cumhuriyet, “devrimlerini” gerçekleştirirken, memleketi daha demokratik, daha eşitlikçi, daha özgür bir ülke yapmak isteyen insanların da yetişmesinin önünü açmıştı. Bunu ne kadar canı gönülden isteyip istemediğinin bir değeri yok. Geçen doksan beş yılda, ondan öncesinden başlayan sol değerlerin de gelişimlerini sürdürdüklerini biliyoruz. Aynı zamanda en başından bu yana Cumhuriyet’in en çok onlara, bizlere zulmettiğini de biliyoruz.

Bu gün adım adım “revize” edilerek, sermaye sınıfının cumhuriyeti olma özelliği pekiştirilmeye çalışılan yaşadığımız baskı rejimine direnmenin ilk adımı bu gerçekle yüzleşmekle başlamalı. Geçmiş güzellemelerine ihtiyacımız yok, ne de geçmişe ağıt yakmaya; geçmiş gelecek için ancak bir sıçrama tahtası olmalı bizim için. O tahtanın yaylarının biri laiklik ise diğeri kadın hakları ama asıl sıçrama noktası eşitlik, özgürlük ve adalet ilkesi.

Mücadele sürüyor…

Not: Dört aydır sağlık sorunları nedeniyle yazı bile yazamayacak durumdaydım. Bu dönem boyunca yoldaş olmanın o muhteşem dayanışmasını bana koşulsuzca sunan dostlarım hayatı doğru yaşamanın ne kadar değerli olduğunu bana gösterdiler. En büyük zenginlik yoldaşlarla, arkadaşlarla olabilmek. Hepsine çok teşekkür ederim.