Bizim talebimiz mutevazı sadece dünyayı istiyoruz

Ian Lavery*

Bir zamanlar Kuzey Denizi’nin yedi mil altında madende çalışmış biri olarak, tipik bir çevreci olmayabilirim. Ancak yönetenlerin dünyayı kurtaracak bir anlaşmaya varması umuduyla COP26’yı uzaktan izledim. Üzülerek söylemem gerekirse, Glasgow’da yaşananlara bakıldığında altın bir fırsatı kaçırdığımız hissine kapıldım.

Bilim insanlarının uyarıları daha açık ve net olamazdı. Şayet dünya şu an gönüllü olduğundan daha ileri gitmezse, 2,4 derecelik bir ısınmaya ulaşılacak. Bu düzeyde sıcaklık artışları dünyanın büyük bir kısmını yaşanamaz hale getirecek ve yaşamı bildiğimiz haliyle kaosa dönüştürecek hava koşullarına sebep olacak.

Şimdilerde sağcı yorumcuların denge unsuru olarak tartışmalara katılması kabul görüyor ve onlar da karbonsuzlaştırmanın faturasını ödeyemeyeceğimiz konusunda feryat ediyorlar.

Biz dahil sayısız türün geleceğinin maliyeti kurtarmadığı için korunamayacağının ileri sürülmesi, adeta felaket kapitalizminin nihai zirvesi durumunda.
Kendi kavramlarıyla bile tam olarak aptalca. Geçen yılın UCL raporu, hiçbir şey yapmamanın maliyetinin 2070 yılına kadar 5.4 trilyon dolar olacağını öngörüyor. Yani eyleme geçmeye değil, eyleme geçmemeye gücümüz el vermiyor, denebilir.

İKLİM HAREKETİNİN İMAJ SORUNU

Ancak şayet bir atılım elde edeceksek, odadaki büyük filin ne olduğunu kabul etmemiz gerekiyor: İklim hareketinin bir imaj problemi var.

On yıllardır iyi insanlar gelmekte olan kaosu gözler önüne sermek için en iyi niyetlerle kampanya yapıyorlar. Ancak bu; orta sınıf olarak kolayca etiketlenen ve sıklıkla alışkanlıklarını değiştirmek konusunda daha az aydınlandığını varsaydıkları başka insanlara ders vermeyi kendilerinde hak gören bir hareket.
İklim hareketi zaman içinde sendikacıları, işçi sınıfından gençleri ve diğer mücadele alanlarından insanları artan bir şekilde içine dahil etse de, imaj problemi hala varlığını sürdürüyor.

Insulate Britain grubundan aktivisitlerin basında nasıl resmedildiğini hepimiz göreceğiz. Ve taktiklerini sevsek de sevmesek de, bu resim ilgi uyandırıyor. Gemide “Ashington’lı adam” veya “Bedlington’lı kadın” olmadan, bu krizin üstesinden gelme ihtimalimiz yok.

COP26, toplumlarımızda kendilerine tepeden konuşulduğu hissine kapılan çoğu insan için yangına benzin döktü. Küresel elitler iklim krizini tartışmak için Glasgow’a çullandıklarında, başkalarına kişisel emisyonu azaltma konusunda dersler verenlerin benzini höpür höpür içen arabalardan oluşan konvoylar halinde özel şoförleriyle hareket edişini pek çok insan korku içinde izleyecek.

Seçim bölgem Wansbeck’teki nüfusun tümünden çok daha fazla gezegenin felaketine sebep olan Bill Gates ve Jeff Bezos gibi milyarderlerin nasıl daha sürdürülebilir olabileceğimizi bize anlattıklarıyla karşılaşınca midem kalktı.

Gerçeklik şu ki işçi sınıfının sürdürülebilirlik hakkında derse ihtiyacı yok. Onların tepeden konuşmalara ihtiyaçları yok.

İşçi sınıfı kültürünün tarih dışına itilmesi alışkanlığı olmasına karşın, benimki gibi seçim bölgelerinden insanlar kuşaklardır sürdürülebilir bir şekilde yaşıyor. Ailelerinin karnını doyurmak için ekmeklerini pay eden onlar; kıyafetleri, mobilyayı, eşyaları en iyi şekilde değerlendiren, gıdasını ölçülü tüketen onlar; evlerinin ısısını korumak için bir zamanlar her yerde karşımıza çıkan kapı altlıkları ören, ön kapılarına ağır perdeler örten yine onlar.

Şayet Bezos işçi sınıfı aileleriyle sürdürülebilirlik hakkında konuşmak istiyorsa, dizlerinin üzerine çöküp ellerini açarak onlar kadar bilgi sahibi olmak için yalvarmalı. İklim krizinin başka bir sınıfsal boyutu daha var: Fosil yakıtların aşamalı olarak sonlandırılmasının, kaynak çıkarma ve enerji istasyonlarında çalışan emekçiler üzerinde orantısız etkisi olacaktır. Ben sendikaların adil bir geçiş için yaptıkları çağrıları tam olarak destekliyorum – ancak maden endüstrisinin büyük oranda yok edildiğini bir kuşak önce gören biri olarak, bugün hala hayatta kalma mücadelesi veren toplulukları düşündüğümüzde kelimeler ucuz kalıyor.

Seçim bölgemdeki ofisim eski Ashington maden ocağı civarında. Faaliyetinin zirvesindeyken binlerce insanı istihdam etmiş ve onların emekleriyle bir yüzyılı aşkın bir süre İngiltere modernizasyonuna katkı sağlamıştı.

YENİ BİR SOLUK GELEBİLİR

Eski ocağın hemen ötesinde Lynemouth rüzgar santrali bulunuyor. 2012’de inşa edilen bu santralin türbinleri, işçilerden ve yöresinde yaşaması muhtemel olmadığından çıkagelenlerden neredeyse hiç müdahale olmadan günden güne yenilenebilir enerji üretiyor. Wansbeck’teki binlerce madencinin bu ülkenin enerjisini üreten işlere hücumu uzak bir hatıra olarak kaldı.

İşgüçleri önlerinde giden madencilerin ruhunu yeniden alevlendirebilen, vasıflı, yüksek ücretli işler yaratan yeşil sanayi devrimi sayesinde gelecekte toplumun gururla bakabileceği sürdürülebilir kurumlar inşa ederek halklarımıza yeni bir soluk getirebiliriz.

Ancak zorlu gerçekliklerle de yüzleşmeliyiz. Fosil yakıt endüstrisinin COP26’da en geniş delegasyona sahip olduğu hafta başında bildirildi. Geçtiğimiz 30 yılda büyük petrol şirketlerinin hükümetleri etkilemek adına büyük miktarlarda paralar harcayarak trilyonlarca kar etmeleri hiç de şaşırtıcı değildir.
Tüm bunlar düşünüldüğünde, enerji üretiminin temelden dönüştürülmesi hakkında çok az şey söylenmesi belki de beklenen bir şeydir. Bu devasa güce meydan okunmazsa, yenilenebilir kaynaklara yönelik hareketin; hala hesap sorulmayan şirketlerin ellerinde enerji mülkiyeti, hükümet teşvikleri yoluyla ödenen karbonsuzlaştırma çalışmaları ve kullanım ayrıcalığı için güzelce ücretlendirilen enerji tüketicileriyle birlikte, sadece yeni bir servet transferini tetikleyeceği açıktır.

Hepimizin günlük yaşamlarını sürdürmek için ihtiyacı olan enerjiyi, kar elde etmek için peşine düşülenlerden ayırmak gerekiyor. İngiltere’ye istihdam yaratacak gerçek bir geçişe ihtiyaç vardır ve enerji kaynakları kamunun elinde olmalıdır, ancak böylelikle fayda eşit bir şekilde hissedilebilir ve karlar adil bir toplumu finanse edebilir.

James Connolly’nin sözleriyle söyleyecek olursak, ‘Taleplerimiz son derece mütevazı – biz sadece dünyayı istiyoruz.’

*Britanya İşçi Partisi Milletvekili Birgün Çeviri Kolektifi tarafından Tribune Mag’den çevrilmiştir.