Kuşkusuz tanık olduğumuz en büyük siyasi katliam bu. Acımız, öfkemiz, üzüntümüz büyük. Ne var ki; itiraf edelim, ne 1 Mayıs 1977’deki gibi, ne de 1993 Sivas katliamındakine benzer bir şaşkınlık yaşamadık. Belli ki bize şiddeti, zulmü, cinayeti kanıksatmak istiyorlar. Açık ki, bizi korkutmayı, sindirmeyi, susturmayı amaçlıyorlar. “Korkmuyoruz ! Boyun eğmeyecek ve zorbalığa teslim olmayacağız! Evet umutlarımızla, beklentilerimizle, endişelerimizle sonunda insanız. Ama kaybettiğimiz kardeşlerimiz, yoldaşlarımız, dostlarımız çoğunlukla gençlerdi, onların da büyük heyecanları, hayalleri vardı. Ankara’ya “Savaşa inat barış hemen şimdi” demek için gelmişlerdi. Üstelik Türkiye’de en demokratik bir hakkın, gösteri hakkının kullanılmasının ne riskler içerdiğinin farkındalardı. Yitirdiklerimiz barış istemenin bedelini yaşamlarıyla ödediler. Öyleyse daha eşit, özgür, “bir arada kardeşçe yaşadığımız” bir ülkeyi kurana kadar mücadele etmezsek yazıklar olsun bize!

Alçaklar can alırken HDP’li, CHP’li, EMEP’li, Halkevci veya sade yurttaş demediler. Barış, özgürlük, kardeşlik özlemleri olan herkesin yaşamına kast ettiler.

Bu saldırı aynı zamanda örgütlü bir topluma bir gözdağıdır. Sen mi DİSK’te, KESK’te emeğinin hakkını almak için örgütlenirsin! Ne haddine TMMOB’ta, TTB’de daha yaşanır bir Türkiye için mücadele edersin! Üstelik de “barış” talep edersin. Öyleyse bombaya, copa, biber gazına müstahaksın!
Demek ki biz de faşizme, gericiliğe karşı olmak, dayanışma içinde bulunmak, birlikte direnmek zorundayız. Yitirdiğimiz kardeşlerimize karşı en büyük sorumluluğumuz budur.

Bazıları Selahattin Demirtaş’ın adeta devletle köprüleri atan sözlerini pek keskin bulmuşlar. Üyelerinin, kardeşlerinin onlarcasını, yüreğinin bir parçasını yitiren bir insan fazla duygusal, tepkisel olabilir, bu da hoşgörüyle karşılanabilirdi. Ama sükunetle, mantık ölçüleriyle değerlendirildiğinde de Demirtaş’ın ifadesi haklı ve isabetli. Karşısında yurttaşlarının yaşamını korumak sorumluluğu taşıyan, en iyimser ifadeyle gaflet içine düşmüş, bunu başaramamış bir Başbakan var. Onca ölümden sonra şimdi de sorumluları bir an önce yakalamak ve hukuk önüne çıkarmak yükümlülüğü bulunuyor. Kameraların önüne geçmiş pişkin pişkin DAEŞ’in yanında olayın muhtemel zanlıları olarak PKK, MLKP, DHKPC’yi zikrediyor. Sen dalga mı geçiyorsun, o örgütlerin Ankara’daki toplulukla ne derdi olabilir? Şiddeti bir yöntem olarak benimsemiş olsa da, hatta terör örgütü kapsamına sokulsa da her yapının bir ideolojisi, müttefikleri-karşıtları vardır. Militanlarını da bu kültürle eğitir, yetiştirir, eylemlere yönlendirir. Ne derdi olabilir bu örgütlerin Kürtlerle, Alevilerle, devrimcilerle! Kendi sempatizanlarının oralarda bulanacağını bile bile kim saldırır Ankara mitingine ! AB Bakanı’nın, “DAEŞ-PKK aralarında anlaşmış olabilir “ zırvasına değinmek bile gereksiz…

Aynı gün CNN International IŞID militanlarının tahminen üçte birinin Türkiye’den devşirildiğini ilan ediyordu. Hükümetin en azından bir zamanlar koruduğu, kolladığı, donattığı Cihatçı örgütün Türkiyeli militanlarının Çin’e, Tayland’a kadar uzanıp, binlerce kilometre ötelerde hunharca terör eylemleri düzenlediği ortaya çıktı. Fıtratlarında kin ve nefret var. Niye ki Ankara’da kan dökmesinler !

Zaten Ahmet Davudoğlu sözlerini, milletin HDP’yi sandığa gömeceğini söyleyerek bitirmedi mi? Senin başkentinin göbeğinde yaşanan, tüm dünyanın ekran başından dehşetle izlediği trajik bir olaydan çıkardığın sonuç bu mu? Diyelim hazin manzara karşısında fazla infial ediyor diye millet HDP’yi sandıkta cezalandırdı; senin dökülen kanlardaki vebalin ortadan kalkacak mı? Velev ki 400 milletvekili emeline ulaştınız, alçakça patlatılan bombalar hayırlara mı vesile sayılacak.

Felaket günü yandaş kanallarda dolaşanlar yine malum figürlerin arz-ı endam ettiğini, hiçbirinin ağzından insani bir lakırdı çıkmadığını, gözünden samimi bir üzüntü okunmadığını zaten fark etmişlerdir. Varsa yoksa dertleri AKP’yi, Saray’ı aklamak, bu olaylarda devletin hiçbir hata ve sorumluluğu bulunmadığına yurttaşları inandırmaktı. Ne yazık ki, Selahattin Demirtaş’ın, “Biz birada yaşamı savunurken sizinle yaşamayı kastetmiyoruz” sözleri acı bir realiteye işaret ediyor. İlkokulda bile çocuklara ulus kavramı “kederde kıvançta bir olma” üzerinden anlatılır. Ankara’nın ortasında canlı-cansız yerlere serilen yurttaşlara daha ambulans bile ulaşmadan, Saray’a paratoner olmak derdine düşen insan müsveddeleriyle ne ortak noktamız bulunabilir.

KCK’nın çatışmasızlık kararına Yalçın Akdoğan’ın “karnımız tok” tepkisi, bir zamanlar “barış süreci” lafını dilinden düşürmeyenlerin artık usulen bile “b” ile başlayan kelimeyi ağızlarına almadıklarını gösteriyor. Ah bir de o sınır tanımayan iştahınız bir yatışsa ; “Paraya, menfaate, yalana “ doyabilsenız…
Bizim de artık sizin martavallarınıza “karnımız tok”. Ama barışa, kardeşliğe, özgürlüğe, eşitliğe “açız”. Onun için de insanız…