Filmin, siyahilerin hak mücadelesine ırkçı kurumsal yapıların siyahilere çektirdikleri üzerinden yol alması, problemin derinliğini sekteye uğratıyor

BlacKkKlansman ve Siyahilerin fraksiyon kavgası

Belki duymuşsunuzdur Spike Lee kendi filmlerine Spike Lee Film yerine Spike Lee Joint diyor. Neden böyle dediği senelerdir tartışılır ancak sokak diline geçmiş açıklaması bence en akla yatkını, ki onu da argoda şöyle tarif ederler; cigara içtiğinde kafanın spesifik bir şekilde iyi olmasını beklersin ve kafan iyi olmaya başladığında bir şekilde hayal kırıklığına uğrarsın fakat kafan zaten iyi olmuştur sadece beklediğin gibi değildir. İşte bu içtiğin cigara Spike Lee cigarasıdır. Bu film de biraz böyle gerçekten. Estetik, müzik, kurgu, hikâye anlatımı açısından film10 üzerinden 9 ancak politik olarak kurduğu alt ve üst çerçeve tartışmaya açık bir şekilde birazcık kafa karıştırıyor.

Siyahi bir polisin 1970’lerde Ku Klux Klan içine sızmasının gerçek hikâyesini alıp geçen sene Virginia, Charlottesville’deki Unite the Right yürüyüşüne bağlayan BlacKkKlansman filmi övgüleri sonuna kadar hak ediyor.

Özellikle filmin sonundaki gerçek görüntülerde gözyaşlarınızın istemsizce sizi test edeceğine eminim. Irkçılıkla ve ırkçılarla dalga geçiyor ve sahneler çok iyi yazıldığı için mevzu ne denli ciddi ve korkunç olursa olsun gülüyorsunuz, güldükçe rahatsız oluyorsunuz, rahatsız oldukça düşünüyorsunuz, düşündükçe tepki vermek istiyorsunuz, tepki vermek istedikçe sizin gibi düşünen insanlar arıyorsunuz. İşte filmin nefes aldırmadan size sunduğu bu döngü çok başarılı.

Filmin müzikleri ise enfes. Caz müzisyenin oğlu olan Spike Lee müzik ile olan sağlam ilişkisini, Grammy ödüllü trampetçi bestekâr Terence Blanchard ile birlikte bu filme tam anlamıyla yansıtmış. Caz perküsyon ve elektrik gitarın ince dokunuşlarıyla oluşturulan katmanlı orkestra müziği kişide 70’ler hissi uyandırıyor ve nostalji ile melankoliyi birleştiriyor. Hiç agresifleşmeyen müzik, filmin ironik dili ile uyumlu çalışıyor.

Semboller ve göndermeler
Filmde detaylı olarak incelenebilecek pek çok şey var ancak birkaç tanesi şöyle. Film, Rüzgâr Gibi Geçti’den vinç çekimi ile yapılmış sinemasal olarak etkileyici dev bir sahne ile açılıyor ve kamera geri gittikçe ırkçılık sembolü halini almış olan Konfederasyon bayrağının dalgalandığı kadrajla sonlanıyor. Erken dönem Amerikan klasiklerinden olan ama aynı zamanda da kölelik yanlısı bir film olarak anılan Rüzgâr Gibi Geçti’den izlediğimiz bu dev sahne ile Spike Lee aslında seyirciye ve klasik sinema tarihine bir ayna tutmuş oluyor. Filmin bu sahne ile açılması aynı zamanda siyahilerin bugün hâlâ süregelen hak arayışları için ciddi bir parametre görevi de görmüş oluyor. Ama bence daha da önemlisi; Kuzey birliklerinin mutlak üstünlüğüyle birlikte, güney birliğinin teslim olduğu ve bütün kölelerin serbestleştirildiği zaferi hatırlatan bu sahneyi göstermeyi tercih eden yönetmen, bir yanıyla da, bakın 150 sene önce kaybettiniz, diyor... Filmde sıklıkla ele alınan ve posterde de gördüğümüz bir saç tarağı var. Bu tarak meselesi de aslında bir sembol görevi görüyor. Siyahilerin dayatılan, beyaz ve sarışın idealinin kıstaslarından tamamen farklı olmaları ve bu sebeple kendilerini normal dışı görerek büyümelerine işaret eden o tarak dolayısıyla kendi saçının doğal kıvırcıklığından utanan saçını düzelttiren, fön çektirerek ‘beyaz’ yani ‘normal’ olmaya çalışan siyahilere karşı oluşturulmuş bir sembol gibi... Filmin Trump karşıtlığı ise çok eğlenceli. Ku Klux Klan kurucusu Amerikan neo-Nazi lideri David Duke karakterinin üstü kapalı ironik ama bariz bir şekilde Trump’a benzetilmesi ise çok iyiydi. Trump’ın babasının KKK üyesi olduğunu, KKK eski lideri David Duke’un da başkanlık seçimlerinde Trump’ı desteklediğini unutmamak gerek.

blackkklansman-ve-siyahilerin-fraksiyon-kavgasi-517816-1.

Politik tartışmalar
Spike Lee ne zaman bir film çekse ardından ciddi tartışmalar her zaman başlar.

Film Amerika’da gösterime girdiğinde ırk/gentrifikasyon/sınıf üzerinden konusunu işleyen üç film vardı vizyonda. Bunlardan biri Sorry To Bother You filmi idi. Filmi çeken Boots Riley’yi ufak tefek işleri haricinde esasen 90’lardan beri aktif olan Oakland’lı rap-rock grubu The Coup’tan tanırız. Hatta kendisi bundan iki sene evvel Kara Panterler’in 50. yıl partisinde çok sağlam konser vermişti. Orada yaşayan kardeşim sayesinde bu konseri canlı izleyebilmiştim. Neden Boots Riley’den bahsediyorum? Riley, BlackKlansman filmi ile ilgili çarpıcı bir yazı yazıp bunu twitterdan paylaşmıştı.

Spike Lee’yi ve filmini sert bir şekilde eleştirdiği bu yazısında belli bir oranda haklıydı. Bu yazı öyle büyük bir kıyamet kopardı ki, solcu siyahi dünyası bu filmden dolayı birbirine girdi. Zaten Spike Lee filmi vizyona girer girmez siyahiler arasında fraksiyon kavgası hemen çıktı. Ama bu film sanki zirve nokta oldu. Bu arada evet mesele siyahilerin meselesi ve ben de haddimi bilerek konuşmak zorunda hissediyorum bu açıdan kendimi. Riley’nin yazısı çok uzun ve kapsamlı ancak kendi eleştirilerimle bir kısmını harmanlayarak özetleyecek olursam durum şudur: Mesele kurumsal bir mesele değil dolayısıyla da yapısal bir mesele değil. Polis iyi eğitilse bu iş çözülür, siyahilerin kültürü şiddetli bir kültürdür, zaten bela arıyorlar, polis daha ne yapsın demeye gelebilen filmin içeriği bu argümanlara inanmıyor bile olsa fazla tekrarladığından kafa karıştırıyor. Ayrıca, çok iyi polisler de var, argümanı da biraz fazla göze batıyor. Filmin, siyahilerin hak mücadelesine ırkçı kurumsal yapıların siyahilere çektirdikleri üzerinden yol alması, problemin derinliğini sekteye uğratıyor... Her şeye rağmen bu filmin En İyi Film oscarını alacağını düşünüyorum sinemada sakın ama sakın kaçırmayın.