Türkiye’nin en köklü, en uzun soluklu müzik dergilerinden biriydi Blue Jean. 29 yıllık yayın hayatı boyunca, acaba geleceğin kaç gitaristinin, solistinin, müzik yazarının doğmasına sebep olmuştur? Yazılarıyla büyüdüğüm derginin, benim de bir müzik yazarına dönüşmemde muhakkak ki etkisi vardır. Çocukluk odamın tüm duvarlarını kaplayan o posterlerin, evin türlü köşesine yapıştırılan o çıkartmaların yegane sorumlusuydu Blue Jean. Ama bunun da ötesinde, müziklerini dinlemekten büyük keyif aldığım birçok muazzam müzisyenle beni tanıştıran dergiydi Blue Jean. Küçük yaşlarımızda popüler müzik kültürüyle ilişkimizi belirleyen en temel yayınlardan biriydi. Yaşımız ilerleyip de Roll’a geçtiğimizde, orada olup biteni anlamamız için gerekli temeli Blue Jean’den alıyorduk. Dolayısıyla bir ergenlik çağı dergisi olmanın çok daha ötesinde, geleceğimizi belirleyen bir okul gibiydi Blue Jean. Üstelik, ilköğretim gibi, mecburen gittiğimiz bir okuldu. Birçoğumuz yaşımız geldiğinde sırayla sayfalarında gezindik, mezuniyetten sonra kendi yeteneklerimiz ve ilgi alanlarımız doğrultusunda başka yerlere abone olduk.

blue-jean-e-veda-117621-1.

Değişim kurtaramadı

Özellikle yabancı müziğin Türkiye’de popülerleşmesine ciddi katkıda bulunan dergi bu ay son sayısını yayınladı. Kapanış haberini almamın ardından aradığım, son Blue Jean’in son Yayın Yönetmeni Çağlan Tekil’in sesinde bir şaşkınlık yoktu. Dergi son üç aydır yenilenmiş haliyle piyasaya sürülüyordu. Bu yeni ve ‘olgun’ Blue Jean belki de derginin tarihi boyunca yapılmış en ciddi değişim girişimlerinden biriydi. Birçok ulusal ve uluslararası müzik mecrası gibi yeni medyaya ayak uydurmakta sıkıntı çeken dergi, kendini müzik üzerine bir ‘fikir’ dergisi olarak yeniden konumlandırmayı denemişti. Hitap ettiği o kemikleşmiş kitlesinden ve yaş grubundan çok daha farklı bir yere seslenmeye gayret eden bu yeni Blue Jean, harika konuk yazarlarla daha derin konulara eğilmeye çalışıyordu. Bu kalp masajıyla dergi, yıllar içerisinde kaybettiği okur kitlesinin yerine yenisini koyup, satışlarını arttırıp hayatta kalma gayesindeydi. Olmadı. Hayatta kalamadı.

Bu gidişatın gayet farkında olan Çağlan Tekil, “Rolling Stone, Roll, Billboard... Hepsi kendi kimliğine göre bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Kapanan tüm o dergiler ne kadar önemliyse, Blue Jean de o kadar önemliydi” diyor. Değerleri karşılaştırılabilecek dergiler değil bunlar elbette. Her birinin okuyucusu ve gayesi farklıydı. Ama Blue Jean hem hitap ettiği o geniş kitleyle hem de çok uzun yıllar süren yayın hayatıyla bu dergilerin birçoğunun Türkiye’deki öncüsü niteliğindeydi. Henüz ortaokuldayken, daha Blue Jean’in sayfalarından mezun olamamışken, derginin o zamanki yayın yönetmenine uzun bir e-posta yazmıştım. İçeriğini tam olarak hatırlamasam da, kendimi bir müzik yazarı gibi görüp, dergi hakkında görüşlerimi beyan ettiğimi anımsıyorum. Sonradan çok sevdiğim bir dostum haline gelecek olan, dönemin Yayın Yönetmeni Tolga Akyıldız uzun uzun cevaplamıştı e-postamı. Hayat bir garip. O zamanlar müzik yazarı olma gayesiyle yanıp tutuşan ben, yıllar içerisinde Blue Jean’e de yazı yazan bir insana dönüştüm. Sonuncusu olduğundan habersizce, bu ayki sayıya da bir şeyler karalamıştım. Üstelik tamamen tesadüfen, yayınladığım ilk müzik dergisi üzerine bir yazıydı bu. Kim bilir, belki de Tolga’nın çocukluğumdayken yazdığı o uzun cevap beni yazmak ve kendi dergimi yayınlamak için iyice heveslendirip, cesaretlendirmiştir. Belki de Blue Jean olmasa ben de müzik yazarı olmazdım. İyi ki onca yıl boyunca hayatta kalabilmiş. Hep güzel hatırlanacak.

blue-jean-e-veda-117622-1.