Önceki yazımda babasız toplum tartışmalarından bahsederken, yeni kuşağın yakın tarihe ve genel olarak kültürel birikime olan ilgisizliğine değinmiştim. John Seabrook’un 2001’de yayımlanan ‘Nobrow: The Culture of Marketing, the Marketing of Culture’ kitabı, bu açıdan ilginç bir bakış açısı sunuyor. Günümüzde yüksek kültür ile popüler kültür arasındaki ayrımı silen yeni bir kültürün Nobrow kültürünün ortaya çıktığını iddia ediyor. Nobrow’u ‘ıvır zıvır’ diye tercüme edebiliriz. Kültürel devamlılık duygusunun yitirildiği bir evrende yaşıyor gibiyiz. Bu durumu, daha iyimser bir şekilde ‘kültürün demokratikleşmesi’ diye tanımlayanlar da var. Ama gelinen noktada, Nobrow kültürünün bir sonucu olarak, örneğinin bir sanat eserini kimin takdir ettiği değil, kaçının takdir ettiği önem arz eder oldu. Tartışılan bir görüşe göre, gelişmiş modern toplumlarda evliliğe göre bekâr yaşamın daha çok tercih ediliyor olmasının da arka planında bu ‘bağlantısızlık’ yatıyor. Eğer aktarılmaya değer bir kültüre inanılmıyorsa, neden çocuk yapılıp kültürün devamlılığı için çaba gösterilsin ki? Muhafazakârların korktuğu gibi olmak zorunda da değil; belki bu durum, Italo Calvino’nun bahsettiği ‘Genel Ahlaki Devrim’in koşullarını yaratıyor olabilir, yeni bir ahlaka ve kültüre duyulan ihtiyaç yaşamın her alanında kendisini gösteriyor. Bu tür bir iyimser bakışa kapılıp günümüzde yaşanan sorunları görmezden gelmek de doğru olmasa gerek. Örneğin Taliban gerçeği, dünyada küresel olarak yaşanan ahlaki krizin bir sonucu. Hakikat sonrası çağ denilen durum, hakikatle aramızdaki ilişkinin zeminini oluşturan uygarlığın çöküşünden ayrı düşünülemez.

Peki, ne olmuştu da, 60’ların 70’lerin iyi yetişmiş, eğitimli ve parlak gençleri daha iyi bir dünya için savaşmayı daha akıllıca bulurken, 80 ve 90’larda ortaya çıkan yuppie’ler, sisteme isyan etmek ya da sosyal adalet için değil de lüks otomobiller, pahalı giysiler ve kariyerleri için mücadele etmeyi akıllıca bulmuştu? Bu soruya elbette pek çok açıdan sağlam yanıtlar verilebilir ama hangi yanıtı verirsek verelim var olan gerçeği değiştirmeyecek. Üstelik günümüzde artık yuppie’lik de moda olmaktan çıktı. İçindeki hakiki kendiliğini ortaya çıkararak sınırsız yaratıcılık talep eden ama aynı zamanda hayatının merkezine bütünüyle kendisini koyan, kültüre ve topluma sırtını dönmüş, hippie ve yuppie karışımı bir benlik modeliyle karşı karşıyayız. Bu benlik modeline bir isim de takılmış: Bobo. Bu benlik modelinin kendisine temel aldığı bir referans yok. Deniz Gezmiş parkasıyla Rolex saatini aynı bütünlük içinde kullanabilir. Para ve kişisel tatmin, macera ve güvenlik ihtiyacı, Bobo’da iç içe geçmiş durumda. Gidip falcıya fal baktırırken bilimsel gelişmeleri yakından takip etmek de isteyebilir, sağlık kürleri yaparken haftasonu eğlenmek amaçlı uyuşturucu da kullanabilir. Bazı konularda muhafazakâr, bazı konularda nihilist olduğunu iddia edebilir. Bir klasik müzik konserinden mest olmuş bir halde dönüp gece arabesk dinleyerek uyuyabilir. Bobo’ları yargılamak değil amacım, hepimiz az ya da çok Bobo’yuz artık. Önemli olan gittikçe yaygınlaştığına tanık olunan bu referanslarını yitirmiş benlik modelini anlamaya çalışmak. Aslında Bobo’ların meselesi, terapötik açıdan çok felsefi problemlerle kendisini gösteriyor gibidir. Ana sorun, nasıl daha iyi yaşanılacağı. Örneğin, aşkın bir efsane mi, yoksa peşinden gidilmesi gereken bir hakikat mi olduğu ya da kendini gerçekleştirme ile bir eşe ve aileye bağlılık arasındaki karmaşık ilişki, Bobo’ları meşgul eden sorulardan. Neye göre ve nasıl yaşayacağına karar veremiyor gibidir, referanslarını yitirdiği için.

Bu meseleye daha yakından bakmadan evvel, Julia Kristeva’nın doğrudan Nobrow kültürünü işaret etmese de, günümüzde insanların psişik deneyimlerini ifade etme araçlarından yoksun kalışını, yani yüksek kültür ile popüler kültür arasındaki sınırların yok oluşuyla birlikte ortaya çıkan yüzeyselliğin psişik olarak kişileri zayıflattığını öne sürmüştü. Uzun uzun bir romanı okuyacak sabrı gösterememek, yüksek kültüre ait sanatsal üretimler yerine her şeyin özetini geçen hızlı ve akışkan YouTube ya da Instagram’la yetinmek, ruh sağlığımızı olumsuz etkiliyor bu açıdan.

Günümüzü ve benlik modellerini anlamak için, önyargılardan uzak yeni yaklaşımlara ihtiyaç var. Felsefe, yeniden ekmek su gibi bir ihtiyaç…