Ülkemizin yöneticisi de, sıradan insanı da, kentlerini, köylerini de rantın, yağmanın kıskacına sokmakta hiçbir beis görmemekte. Bunun korkunç sonuçları ortaya çıktığı halde ders alan da yok. Halikarnas Balıkçısı’nın, “‘İtalya‘yı gör de öl derler’, yok a canım; Bodrum‘la kıyılarını gör ve yaşa...” diye anlattığı Bodrum’un yerinde yeller esiyor

Bodrum, Bodrum!..

Attila Tuygan

Bizim yasalarımızda da ‘imar kirliliğine neden olma’ya ceza getiren maddeler bulunur. Ama bizde bunun bir ‘ancak’ı var: yasaya eklenen, ‘ruhsatsız ya da ruhsata aykırı binaların imar planına uydurulması halinde cezaların kaldırılacağı’ hükmü, kaçak yapıları teşvik edici bir nitelik taşıyor. Çünkü kaçak yapılar plana değil, planlar kaçak yapılara uydurulacak demektir. Ayrıca sadece yapı sahiplerini değil, yapıma göz yuman kamu görevlilerini de kurtarmaktadır. Bu, örtük bir af ifadesidir. Bunun dışında genel ve yerel, hemen her seçim öncesi, her türlü kaçak yapılaşma ve hazine arazisi gaspına uzanan bir ‘imar kirliliği’ affı hayata geçirilir. Buna, siyasî yapıda, muhtarlıktan başlayarak ve belediyelerden geçerek en tepelere kadar varan bilgi-birikim ve kültür yoksunluğunu, vurdumduymazlık ve maddî açgözlülüğü eklersek, durum pratikte daha da kötüdür.

Ben yıllar önce Göltürkbükü Köyü’nde 4 yıl yaşamış; sonra İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştım. Kaldığım yıllarda Yarımada’da pek çok yangına ve yüzlerce hektarlık ağaçlık alanın yok olduğuna tanık olmuştum. Yetkililer, ‘derhal ağaçlandıracağız; yapılaşmaya izin vermeyeceğiz’ diye atıp tutmuşlardı! Aradan 20 yıl geçti. Bir daha Bodrum’a göçme şansını yakaladım. Merkez ve çevresindeki gürültü, eğlence anlayışı, trafik ve inşa kaosundan daha o yıllarda gözüm korktuğu için nispeten uzakta kalmak amacıyla o zamanların en sakin ve sevimli koylarından Güvercinlik’e yerleşmeyi yeğledim. Ve gelir gelmez gördüm ki, o yangın yerleri site dolmuş. Ayrıca o zamanlar Torba-Güvercinlik kıyı şeridinde sadece bir tatil köyü vardı. Her noktada yamaçtan denize ulaşmanız mümkündü. Şimdi bırakın denize ulaşmayı karayolundan denizi görmeniz mümkün değil neredeyse. Kıyı, birbiri ardına, son derece arabesk/grotesk mimarîli resortlarla dolmuş. Müşteri profilini tahmin edemem, fakat şunu söyleyebilirim: azcık ‘gerçek burjuva kültürü’ almış varlıklı biri, sokağa atacak parası da olsa, oralara konuk olmayı utanç sayar. O kadar görmemişlik akıyor, daha girişlerinden başlayarak! Her neyse, ben, köyün, arkası ormana yaslanan yamacında; Güllük anayoluna paralel uzanan bir toprak yol üzerinde sevimli bir eve yerleştim. Önümdeki yol karayoluna bypass gibi eklemlenen kısacık bir çıkmaz sokak. O kadar ki, ortasına yerleştirilmiş ve çöp kamyonunun haftada bir-iki kez uğramakla yetindiği 2 çöp konteynırı sokaktaki evlere yetiyor(du). Tam karşımda Pina Burnu uzanıyor. Orası, bundan 10 yıl öncesine kadar, koruma altındaki Halep çamlarının yemyeşil kıldığı bir burundu. Şimdi cıscıbıl bırakılmış burnun üzerinde, sanki hiç tamamlanmamış, hiç de tamamlanamayacakmış gibi duran dört devasa uluslararası otel var. Bu oteller, ilk bakışta, özellikle Karadeniz bölgesinde yaygın, tepesinden demir filizleri fışkıran; yarı-sıvalı; para ya da fırsat bulunduğunda bir üst kat çıkılacakmış gibi duran ve kasaba kültürünü simgeleyen evleri hatırlatıyor. 10 yıl önce bu burnu kaplayan ormanın farklı noktalarında yangın ‘çıkmış’; 250 hektarlık alan küle dönmüş. Muhtemelen anılar bulutlansın diye araya 1-2 yıl sokuşturmuşlar. Ardından ‘halk nasılsa balık hafızalıdır’ diyen birileri bu sakillik abidelerini dikmiş. Sonuçta sadece yüz binlerce canlının yaşam sürdüğü ekolojik dünya ölmekle kalmamış; denize dökülen hafriyatla balık yuvaları da mahvolmuş. ‘Öldürülen her parçanın doğanın nefes alınmaz hale gelmesine yol açacağı’ kuralı gereği Bodrum’un sıcak alan haline gelmesine katkıda bulunuyorlar artık. Bu kadarla bitmiyor tabii ki. Her noktada çevre katliamı yaşanmaya devam ediyor. Bu niteliksiz yapılaşma ancak kanserle özdeşleştirilebilir. Çünkü tüm koylar, zeytinlikler, orman ve hazine arazileri milim milim çürümekte. Bütün yamaçlar konut çöplüğüne dönüşmüş halde; bunun altyapı sorunları doğurması da cabası. Benim bildiğim Bodrum Yarımadası’nın çoğu koyunda, özellikle kuzeyinde, hâlâ kanalizasyon sistemi yok; fosseptik çukurları ve vidanjör hizmetiyle idare ediliyor; pek çok noktada doğrudan denize akıtıldığının hem görgü tanığıyım, hem de duymuşluğum var. Çarpıklık sel felaketlerini de getiriyor; çünkü zayıf altyapı aşırılığı kaldıramıyor. Geçen kış sel felaketleri yaşandı Bodrum’da. Caddeler, sokaklar, her yer dere olup aktı. Arabalar sürüklendi; kanallar, borular patladı. Derelerle taşınan kirlilik yüzünden denizin bulanıklığı günlerce geçmedi. Bu durum, altyapı yetersizliğinin ve bitki örtüsünün artan şekilde tahribinin ne demek olduğunu bilince çıkartmayı engelleyen cehaletle açıklanabilir ancak. Bilmem hiç duydunuz mu? Yurtdışında biraz rahatsızlık verici bir inşaat görüldüğünde oranın halkı “İstanbul’a benzedik” diyerek dalgasını geçiyormuş. Ancak, diyebilirim ki, niteliksiz yapılaşma cenneti İstanbul’u hiç de aratmayan Bodrum’un geleceği, yüzölçümü göz önüne alındığında çok daha umutsuz.

Hani koşucular çizgi üzerinde tabanca sesini beklerler ya, işte, burada durum tıpkı böyle. Yazın geçerli inşaat yasağının bitmesini iple çeken müteahhitler, köylüler, bilumum ‘sonradan görmeler’, sanki kulakları tabanca sesinde; yasağın başladığı Mayıs’a kadar yüzlerce, binlerce niteliksiz mantar-konut dikiyorlar. Ve bu, her yıl böyle devam edecek, çünkü denetim yok ya da zayıf; bu denli önemli bir konuda işleyen mekanizma ahbap-çavuş ilişkileri. Evimin karşısına 1 ay içinde dikilen 3 katlı iki binanın-ki her ikisi de kaçak yapıymış, çünkü köyümüzde imar izni yok; hatta bu köyde tapu sistemi yok-yarattığı bazı sorunlar için yaptığım şikâyet üzerine gelen zabıtaların arsa sahibiyle el sıkışıp gitmelerinden biliyorum bu feodal ilişki türünü. Önümdeki sokak bir uçtan bir uca 1-2 km tutmaz. 15 Ekim’de biten inşaat yasağını, sanırım bir tür ‘kaçak ve niteliksiz inşaat özgürlüğü’ diye anlayan köyüm insanı şuncağız metrelik sokağın her yerine her biri en az 2’şer katlı olmak üzere 10-15 ‘mantar apartman’ dikti bile- tam sayı veremiyorum, 15 Mayıs’a kadar ne mucizeler yaratır çünkü bu köylü. 20 yıl sonra gelip de Bodrum’un neredeyse tüm koylarının, doğal ve arkeolojik sit alanlarının yok olmuş; kıyı şeridinde imara açılmamış bir karış yer kalmamış olduğunu gördüğümde karalar bağlamıştım. Ancak, sakince yaşarım diye sığındığım Güvercinlik’in felaketi için 2-3 yıl yetecek sanırım.

Ülkemizin yöneticisi de, sıradan insanı da, kentlerini, köylerini de rantın, yağmanın kıskacına sokmakta hiçbir beis görmemekte. Bunun korkunç sonuçları ortaya çıktığı halde ders alan da yok. Halikarnas Balıkçısı’nın, “‘İtalya‘yı gör de öl derler’, yok a canım; Bodrum‘la kıyılarını gör ve yaşa...” diye anlattığı Bodrum’un yerinde yeller esiyor. Çünkü Bodrum’un kıyılarını görmek ve yaşamak için cambaz olmak bile yetmiyor artık, atomize olup betonun içinden geçebilme yetisi gerekiyor.