Bodrum’daki ilk iki günümüzde Bitez ve Yalıkavak’ı köşe bucak gezip, denizinin tadına bakıp, gündüz ve gecesini ayrı ayrı keşfetmiştik. Bodrum’da geçireceğimiz iki günümüz daha vardı. Planımıza göre Bodrum’un birçok yerini gezerek bir nevi ‘sömürecektik’. Koylar, mekânlar, geçmişteki anılar...

Bodrum’daki üçüncü günümüzde kahvaltımızı methini çokça duyduğumuz Limon Cafe’de yapmak istedik. Karikatürist Rıza Külegeç ve eşi Candan Hanım’ın özenle işlettikleri, çiçekler içerisindeki mekânında kahvaltıdan ‘brunch’a uzayan bir yemek faslı gerçekleştirdik. Günün ilk öğünü pek bir önemlidir ve bu sebeple de pek iştahlı olur ya insan; işte o iştah, lezzetli peynirlerle, reçellerle kavuşunca çılgınca bir şölene dönüştü. “Peynir her yerde peynir” diyebilirsiniz ama bunun yanı sıra manzarası, doğa içinde yer alan mekânın reçelleri de enfesti. Bütçelerimizi bir nebze aşsak da ortamdaki havaya, muhabbetin güzelliğine binaen bu duruma pek de aldırış etmedik.


Kahvaltı sonrası günümüzün bir kısmını Karaincir’de geçirmeye karar verdik, ardından da Gündoğan’a devam edip akşam Yalıkavak’ta yemeğimizi yiyecektik. Söylemeden edemeyeceğim, Bodrum’daki beş gün boyunca uğramadığımız tek yer Türkbükü oldu. Buna da televizyonun ve magazin basınının (!) etkisi diyelim.

bodrum-nasil-anlatsam-nerden-baslasam-80610-1.

1991’DEN BERİ KAVAKLI
Karaincir’e nispeten uzun bir yolculuktan sonra ulaştık. Plaj oldukça kalabalık olsa da denizin güzelliği pek de bir şey görmemizi engelliyordu. Bitez’de ve Yahşi’de şezlonglara herhangi bir ücret ödememiştik. Yalıkavak’ta halk plajına gittiğimiz için zaten ücretsizdi. Karaincir’de de öğle yemeğimizi yiyeceğimiz için ekstra bir ücret ödemedik. Zaten yemekler de ortalama fiyatlarla sunuluyordu. Yani hep anlatıldığı üzere pahalı bir tatil değil, Türkiye şartlarında belki de daha uygun rakamlara bir tatil geçiriyorduk.


Karaincir’de bolca yüzdükten sonra Gündoğan’a doğru yola koyulduk. Özellikle belirtiyorum Gündoğan’da da plaj için herhangi bir ücret ödemedik. Denizini pek beğenemedik ama genellikle güzel oluyormuş. Belki de bizim şansımıza o gün öyleydi. Günün yarısını geride bırakmıştık, artık hava kararmaya başlıyordu.


Yalıkavak’taki Kavaklı Köftecisi’nin namının yerinde olup olmadığının testini yapmamız gerekiyordu. Yalıkavak içinde yer alan Kavaklı, 1991 yılından beri aynı yerinde hizmet veriyor. Özel baharatları ve formülüyle hazırladığı köftenin tadı bile bir başka. Öyle çok da lüks bir yer değil, kendi içindeki salaşlığını da bir nebze koruyor diyebiliriz. Köftelerimizi yedikten sonra, yine Yalıkavak’ta yer alan Bitez Dondurmacısı’ndan dondurmalarımızı alıp evlere dağıldık.


Bodrum’daki son günlerimiz yaklaşıyordu. Bu sebeple bir tekne turu kaçınılmazdı. Bu sayede karadan ulaşamadığımız veya vakit kısıtından ötürü göremediğimiz koyları da görecektik. Turgutreis’ten sabah kalkan teknemiz aheste bir halde denize açılırken biz de uykulu halimizden kurtulup, Bülent Serttaş’tan ‘Aşk Bodrum’da Yaşanıyor Güzelim’ şarkısıyla zımba gibi hale gelmiştik! Meteor Plajı, Akyarlar, Dilek Mağarası, Camel Beach ve dahası tekneyle gezdiğimiz muazzam yerlerdi. Güzel arkadaşlıklar edinip, akşamüstü yeniden Turgutreis’e vardık.


Bodrum’un eskilerinden Körfez Duşlarımızı alıp Bodrum merkezine gidecektik. Bodrum’un bir de akşam halini görmek, yıllar önce gittiğimiz Körfez’de eskileri yâd etmek niyetindeydik.


Körfez Bar, Bodrum’un en kült rock barlarının başında geliyor. Ama biz öncesinde yeni açılan Pala Bar’da altlık yaptık. Güzel bir mekân adı, çekici bir dekor ve doğru seçilmiş bir müzik bu tip bir işletme için çok önemli. Yoksa bira, patates, çerezden öteye gitmez beklenti. Pala da ilk bakışta bize “gel gel” yapınca bardaki arkadaşlarla başlayan muhabbet Samuel Adams’a kadar uzadı.


Ama bizim aklımız Körfez’deydi. Gece yarısına yakın bir saatte adımımızı attığımız Körfez’de, hatrı sayılır bir kalabalık vardı. Neyse ki bar önünde yer bulduk ve 70’lerden 90’lara kadar uzanan enfes bir playlist ile geceye veda ediyorduk...

KAÇIŞ MEMLEKETİ Mİ METROPOL MÜ?
Bodrum’daki son günümüze gözümüzü açmıştık. Bugün Zeki Müren’in artık müze olarak kullanılan evini gezecek, Bodrum merkezden denize girecek, ardından da kente veda edecektik. Bodrum Kalesi’ni daha evvel hepimiz gezdiğimiz için o sıcakta gezmeye pek de gözümüz kesmedi diyebilirim.

Ama biz tepemizdeki yakıcı güneşe aldırmadan, ‘Sanat Güneşi’nin evinin müze olmuş halini merak ediyorduk. Rotayı da oraya doğru çevirdik.
Bodrum... Kimine göre 70’lerden sonra vazgeçilemeyen bir kaçış memleketi. Kimine göreyse artık büyükşehirden farkı kalmayan, özelliğini yitiren bir metropol. Pahalılıktan yakınanların olumsuz sözlerine kulaklarımızı tıkayıp, elindeki tahtı belki de Alaçatı’ya kaptırmadan evvelki son demlerinde didik didik etmeye gayret ettiğimiz bir yer. Bodrum Bodrum, nasıl anlatsam, nerden başlasam!

'GİTME SANA MUHTACIM'

bodrum-nasil-anlatsam-nerden-baslasam-80606-1.

Zeki Müren’in, 1977 yılından yaşamını yitirene dek oturduğu evi, ölümünden dört yıl sonra Kültür Bakanlığı 2000 yılında restore ederek müze haline getirmiş. İki kattan oluşan evin bir de bahçesi var. Bahçede sanatçının bir heykeli ve o dönem kullandığı 1976 marka Buick marka arabası da bakım gördükten sonra yerini almış. İki katlı binanın içerisinde sanatçının kıyafetleri, ödülleri, fotoğrafları, sadece müziğe değil diğer sanat dallarına eğilimini gösteren çalışmaları da sergileniyor. Oldukça cüzi bir rakamla ziyaret edilebilen müzeyi gezerken Zeki Müren’in en nadide şarkılarını dinlemeniz mümkün. Biz ziyaretimizi tam bitirmek üzereyken en sevdiğim şarkısı ‘Gitme Sana Muhtacım’ çalıyordu. Bitene kadar ‘gidemedim’, gidemedik!