Boğaziçili gençler aşağı bakmayacaklar, bakamazlar tabii ki, çünkü aşağıya bakınca sadece aşağılıkları görecekler ki aşağılıklar da kendilerinden başkası görülmesin isterler.

Gerçi aşağı değil yukarı bakınca da bazen cambaz görebilirler. Saraylı olmayan herkesin aniden terörist, bozguncu ilan edildiği bir yerde, ister cambaza bak ister yeni anayasa tartışmasına bak, insanı bir öfke basar. Ama o çocuklar var ya o çocuklar, eylemlerinde, fotoğraflarında, videolarında iyi ki geleceği biriktiriyorlar.

Anayasa tartışması da, beylik lafla söylersek, anayasak tartışmasıdır. Bütün dertleri seçilmek için iki dönem sınırını kaldırmaktır. Veya bumerang niteliği kazanan şu yüzde 50 artı bir şeyinden sıyrılmak mıdır? Yani herkes aslında tartışma konusunun darbe anayasasından kurtulmak filan olmadığını biliyor. Altından üstünden kenarından ortasından darbelenmiş yeni bir anayasaya ihtiyaçları var, hepsi bu…

Ama hepsi bu da değil ve yeni anayasanın taslakları şimdiden Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlarla yazılıyor işte. T24’te Mehmet Yılmaz da o taslağın ilk okumasını yapıyor: “Çatılara da elleri tüfekli keskin nişancılar yerleştirilmiş. Bekliyorlar ki çatışma çıksın, çocukları serbest atışla öldürebilsinler diye sanırım.”

Kürt sorunu zaten sadece bir terör sorunu olarak tanımlanıyor ve aksi yöndeki tanımları yapanlar derhal terörist durumuna düşürülüyor. Acı olan şu ki Kürtçe ne kelime Türkçeyi bile serbestçe konuşamıyoruz ve kuşdili hepimizin ortak dili oluyor. Ama kuşdiliyle yetinelim bari derken, mesela twitter kuşu bile ötemiyor. Hele bir aykırı şey yaz, soluğu emniyette alıyorsun mutlaka… Twitter nefret söylemlerine kısıtlama getirdikçe, o kuşun da sesini tamamen kesebilirler, kargadan başka kuş tanımayız deyip sadece kendi yerli ve milli kuşlarını öttürebilirler.

Aynı minvalde, başaramadıkça başarının tanımını değiştirirler, Boğaziçi rektörlüğüne kadro bulamadıkça, yeni fakülte kurup kadro devşirirler. Doktorları bollaşır. İntihalli ve torpilli doktora yapmak revaçta nasıl olsa… Gerçi hâlihazırda doktora seviyesinde epey yazarları da var, “görevi hükümet hakkında olumlu yazılar yazmak olan yandaş gazeteci” için “spin-doctor” denilmiyor mu? Her tür teşhis ve tedavi konusunda ekranlarda bunlardan başkası yok. Ve bunlara baktıkça, bunlardan daha isabetli ve ciddi tahlilleri Zaytung’un yaptığı bir memlekette yaşadığımıza inanmayıp ne yapalım? İnanmıyorsanız bakın işte, Zaytung aynen şöyle yazmıştır: “‘Cumhurbaşkanı istifa’ demenin yürek istediğini söyleyen Erdoğan, ‘Türkiye faşizmle yönetiliyor olabilir mi?’ sorusunu hâlâ soran az sayıda kişiyi de ikna etmeyi başardı.”

Peki, memleketin nasıl yönetildiğine kendi tecrübeleriyle ikna olan yürekli Boğaziçili öğrenciler? Onlar da aslında anayasa tartışmasına damgalarını vuruyorlar. “Yürekleri yetiyorsa diye başlayan bir cümle kurmuşsunuz. Cumhurbaşkanını istifaya çağırmak bir anayasal hak mıdır? Evet! O halde bir anayasal hakkı kullanmak ne zamandan beri bir cesaret sorunu oldu?” diye soruyorlar. “Biz kendi anayasal haklarımızı toplumun tüm kesimlerini maruz bıraktığınız haksızlığın farkına varılması için kullanıyoruz” diyorlar. Ve talep ediyorlar: “Üniversitelerde, üniversitenin bütün bileşenlerinin katıldığı demokratik rektörlük seçimleri yapılsın!” Ve saflarını belirliyorlar: “Parti üyeleriniz Soma’da madencileri tekmeliyor. Biz işçilerin yanında eylemli bir şekilde saf tuttuk, tutacağız. Bizler gerçekleri korkmadan haykıranlarla biriz, beraberiz, tüm kayyumların karşısındayız diyoruz. Biz demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilenlerin yanındayız!”

Yani böyle söyleyince ve onlar gibi söylemeyince, onlar gibi düşünmeyince ve onlar gibi yaşamayınca terörist ve “yoldan çıkmış” sayılıyorlar. Cumhuriyet’te Ahmet Tan da hatırlattı: Boğaziçi ile ilgili ilk uyarı, yıllar önce Binali Yıldırım’dan gelmişti: “Mühendislik okumak için Boğaziçi Üniversitesi’ne kayıt yaptırmaya gittim. Bahçede çimenlere yayılmış kızlı erkekli öğrencileri görünce kayıt yaptırmaktan vazgeçtim.” Nedenini de saf ve bakir bir Erzincanlı candanlığı ile itiraf etmişti: “Burada okursam, yoldan çıkarım.”

Bu arada Erdoğan “LGBT, yok öyle bir şey, bu ülke millidir, manevidir” demişti ya, tesadüf,

ABD Başkanı Joe Biden da, LGBTQİ bireylerin haklarının uluslararası çapta korunması için ekonomik yaptırımlar içeren bir muhtıra imzalamış.

Ne edecekler, ne diyecekler şimdi?