Üniversiteler doğası gereği otokrat veya muhafazakâr olamaz, dünyaları her tür realiteye ve yeniliğe açıktır, eleştireldir, yaratıcıdır. Bilim, felsefe ve sanat tümden kaldırılamaz, tümden kontrol edilemez, bu insanı yok etmek olur, ancak baskılanabilir. O halde kritik soru şudur: Baskılanırsa ne olur?

Boğaziçi: Bilim muhafazakâr olamaz, doğası gereği özgürdür

ADNAN GÜMÜŞ

Boğaziçi, üniversite değilse Türkiye’de üniversiteler, üniversite değilse bu başka bir tespittir. Ancak tabelalarında üniversite yazıyor, Anayasa üniversite olarak tanımlıyorsa; üniversiteler bilim, sanat, felsefe kurumlarıdır. Boğaziçi bir üniversite ise, dolayısıyla ana görevi hem bilim, felsefe, sanat yapmak hem de bunları bir tutum haline getirmek, öğretmek ve yaymak ise bilim, felsefe ve sanat etkinliğinin özellikleri üniversitelerin temel özelliklerini oluşturuyor demektir; üniversiteler karar, işleyiş ve ürün olarak değerlendirilirken de bu özellikler ölçüt sayılarak değerlendirilmek durumundadır.

O halde, en başta bilimin temel özelliklerine (bilimin olmazsa olmazlarına), bilimle birlikte felsefe ve sanatın olmazsa olmazlarına bakmak gerekmektedir. Bunların üniversite mekanizması ve işleyişinin de asgarileri olması gerekmektedir.

Bilimin Temel Özellikleri Üniversitenin Asgarileri

İster realite diyelim ister sav bilim ve bilimsel etkinliğin bazı özellikleri ve nitelikli sonuçları vardır:

► Bilimsel etkinlik insanın doğal bir etkinliğidir, ne yapılırsa yapılsın tümden engellenemez, ancak baskılanabilir.

► Bilimin ve bilimsel etkinliğin doğası vardır. Bilimin “doğası” olur mu, diye sorulabilir, evet, “doğası” vardır ve bu zorunlu özellikleri arasında en azından şunlar sayılabilir:

► Bilimsel etkinlik doğası gereği özgürdür

► Bilimsel realite doğası gereği evrenseldir.

► Bilimsel realite doğası gereği hakikat yapıcıdır.

► Bilim doğası gereği otokrasiyle uzlaşmaz.

► Bilim doğası gereği muhafazakâr değildir.

► Bilim kısmen devrimcidir.

Zenginler, iktidardakiler, dinciler, reis, belediye başkanı veya bir başka otorite, çıksa dese ki, bilim kişileri olarak fay hatlarının bizim dediğimiz yerden geçtiğini söyleyeceksiniz, böyle bir durumda ne olur? Fay hattının nereden geçtiği veya dünya ile güneşin ilişkisi reise, iktidarlara, kültürlere göre değişir mi? Ancak doğanın işleyişini bakmak gerekir, entropiye bakmak gerekir, fizik kimya bunların işleyiş ve hareketini her nasılsalar öylece ortaya koymaya çalışır, bilimin buluş ve icatlarından yararlananlar da yüksek bilgi toplumu, teknoloji toplumu, uzay toplumu olur. Tersi ise hata, hatta felaket olur.

FELSEFENİN KARŞI KÜLTÜRÜ

Felsefenin ne olduğu farklı anlayışlara konu olabilir ama asgari koşulu “eleştiri/kritik”tir, felsefenin karşı kültürü kaldırılırsa bu felsefe olmaktan çıkar. Savı olmayan, düşüncesi olmayan felsefe olmaz.

Nutku’nun “Felsefe Bölümlerinde İlahiyatın Felsefeyle Karıştırılması” (2011) makalesindeki özetiyle felsefenin, hatta tüm bilimlerin teolojiye indirgenmeye çalışılması, ilahiyatçı veya dinci anlayıştakilerin kadrolaştırılması felsefenin karşı kültürüyle çelişiktir:

“İlahiyat, bir bilim olmamakla beraber (çünkü teorik dayanakları yoktur) bir bilgi çeşididir. Kutsal kabul edilen yazıların kapalı kalmış anlamlarını akılsal anlatımlara kavuşturmak, ilahiyatın başlıca görevi sayılıyordu. Böyle bir görev olamaz, çünkü inançtaki Tanrı buyruğunu insan düzeltemez; düzeltmeye kalkarsa inancı çökertir. Dine bir insan başarısı olarak bakabilen ilahiyatçı, içinde yetiştiği inançlar kümesini merkeze almaz, bütün inançlara açılır. Onun katkısı yorum üzerine yorum yapmak değil (bunu din tefsirleri yapar) güncel sorunlara çözüm aramaktır. Örneği, birçok üniversite yerleşkesinde cami vardır ve yapılmaktadır. Bunun, bağımsız bir dünya ve insan görüşüne aykırılığını topluma ilk söyleyecek olan kişi ilahiyatçı olmalıdır. Ama tersi olursa, bu bilgi çeşidi din öğretisinin özürcüsü durumuna düşer, işlevini yitirir. İlahiyat, İslamiyet tarihinde hep özürcü durumda kalmıştır. Arapça felsefenin yüksek döneminde (Farabi’den İbn Rüşd’e) ilahiyat felsefeden feyiz aldı. Bu sayede din ‘yaşanan din’ oldu. Sonrası ve bugünkü durum din inancının fıkdana uğramış halidir. Felsefe bir karşıt kültürdür. Felsefenin karşıt kültürü hiçbir kutsallığı olduğu gibi kabul etmez; sürekli sorgular ve ‘kutsayan insan’ı inceleme konusu yaparak onun bu özelliğini çözümlemeye çalışır.”

SANAT İNSAN OLANAĞINI ORTAYA ÇIKARIR, ZORUNLU OLARAK ÖZGÜR, YARATICIDIR

İnsan hem sanatçıdır hem de “insanın olanakları nedir?” diye sorulursa bunu en başta insanın sanat etkinliği –dil, müzik, cimnastik, senfoni, mimari, edebiyat, bilim, felsefe, üretim, gömü, toplum oluş, demokrasi… İnsanın her tür sanatı- ortaya koyar.

Teknikler genellikle ürünler üzerinden hareket eder, dolayısıyla bazı muhafazakâr özellikler taşır, tekrarlar ve sürdürümlerle işlevini yerine getirebilir. Oysa bilimsel veya sanatsal etkinlik mevcutla sınırı kalamaz, aynı tekrarlarla devam ederse yeni bir buluş veya icatta bulunamaz.

Sanatın asgari özelliği “yaratıcı” olmasıdır, hem etkinlik hem ürün olarak özgünlüğü, devrimciliği doğasındandır.

BİLİM, FELSEFE, SANAT ÖZGÜR ETKİNLİKLERDİR

“İnsan, toplum, doğa yararına üniversite”, “bilgi toplumu”, “ileri teknoloji”, “üstünlük” vb. arayışları bilim ve üniversiteye yönelik sosyal politikaları, aktarılacak kaynak (bütçe, kadro vb.) miktarını vb. etkileyebilir ancak karar, işleyiş ve çıktısı dışardan belirlenmeye kalkılırsa burada bilim, felsefe, sanat çıkmaz.

Üniversiteler doğası gereği otokrat veya muhafazakâr olamaz, dünyaları her tür realiteye ve yeniliğe açıktır, eleştireldir, yaratıcıdır.

Bilim, felsefe ve sanat tümden kaldırılamaz, tümden kontrol edilemez (daha doğrusu böyle bir durum bilim, felsefe ve sanat etkinliğini ortadan kaldırmaya denk düşer), bu insanı yok etmek olur, ancak baskılanabilir. O halde kritik soru şudur: Baskılanırsa ne olur?

Bilimi, felsefesi, sanatı baskılanmış bir toplumun ne ferahlığı yüksek, ne de ömrü uzun olur. Bu eğilimdeki iktidarlar dizginlenemezse, bazı sınıf ve zümreler bir süre avantaj elde ediyor gibi görünse de orta ve uzun vadede tüm toplumun felaketi olur.

İKTİDAR MEŞRUİYET ARIYORSA...

Kendi yerleşik düzenini sürdürmek isteyenler bilim ve felsefeden kendilerini meşrulaştırmalarını beklemektedir; bilim ve felsefe bunu yapamaz ama iktidardakiler en azından bir şartla kendilerini meşrulaştırabilirler: Bilim, felsefe ve sanata saygı göstererek, en azından bunların kendi mecrasında özgür ve özerk olmasını sağlayan politikalar izleyerek.

Dinciler, AKP, burjuvazi veya başka bir güç… Bilim, felsefe, sanatı yok etmeye kalkarsanız kendinizle birlikte tüm topluma ağır zararlar verirsiniz. Eğer uzun erimli iktidar olmak istiyorsanız bilim, felsefe veya sanatı destekleyiniz; sevmiyorsanız da en azından bu sahalardan uzak durmanız sizin de hayrınıza olacaktır. Bilim, felsefe ve sanat karşıtı olanlar maalesef helak olmaktadır, en azından başkalarının uşağı olmak durumunda kalmaktadırlar.

Kendi karar mercilerini ve kararlarını ancak üniversiteler, ancak bilim çevreleri kararlaştırırsa bu sağlıklı olur. İktidarlar bunu garanti edecek mekanizmaları düzenleyerek sürecin işlemesine yardımcı olabilir. Böyle bir işleyiş tüm toplumun, ister Müslüman ister inançlı, inançsız tüm insanlığın hayrına olur. Aksi ise ancak yaşadıklarımıza karşılık gelmektedir.