Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) öğrencileri ve mezunlarının davetiyle hafta başında (8 Mayıs 2017) İstanbul’un en güzel okuluna gittim. Kapıdan girer girmez kendinizi başka bir gezegene gelmiş gibi hissediyorsunuz. Dünyada ve İstanbul’da olduğunuzu, çiçeklenmiş erguvan ağaçları arasından kuş bakışı gördüğünüz İstanbul Boğazı manzarası sayesinde anlayabiliyorsunuz.

Bu köklü okulun temelinde var olan özgürlük havası bütün çabalara karşın varlığını korumaya devam ediyor.

Ancak bu hava eskisi kadar rahat ve kendi halinde esmeye devam edecek gibi görünmüyor. Özgürlük havası için Boğaziçililerin biraz okullarına el atması gerekecek gibi gözüküyor.

Boğaziçi denilince akla gelen ilk şey akademik özgürlüktür.

Beni davet edenler “Tarihin Nöbeti” adıyla kurulmuş bir aktivite çadırında konuşma yapmamı istemişlerdi. Yazışma sonunda“gazetecinin yolu” temalı bir sunum yapacaktım. Meslek güzergahı üzerinden toplam bir saatlik beraberlik hedefliyorduk.

Ama öyle olamadı. Burası Boğaziçi Üniversitesi idi, ne zaman hangi sürpriz ile karşılaşacağınız belli değildi.

Tarihin Nöbeti çadırı bir gün önce alınan kararla Rektörlük binasının önüne taşınmıştı. Ve alan çok hareketliydi. Okulun özgür öğrencileri toplu halde Rektörlük Kapısına dayanmışlar ve hocaları için eylem yapıyorlardı.

•••

Boğaziçi öğrencilerini ayaklandıran gelişmeler Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) bir tasarrufu ile başlamıştı. YÖK, BÜ Sosyoloji Bölümünden Prof. Dr. Abbas Vali ile Tarih Bölümünden Doç. Dr. Noemi Levy-Aksu’nun çalışma izinlerini iptal etmişti.

Bu gelişme üzerine öğrenciler “Hocama Dokunma” pankartı astıkları Tarihin Nöbeti çadırını kurdular.

Öğrenciler de “nitelik” eylemi yaptıklarından çadırlarını ve nöbetlerini bilimsel toplantılarla renklendiriyorlardı. Başta tarih bölümü olmak üzere BÜ öğretim üyeleri Tarihin Nöbeti çadırına geliyorlar, öğrencilere dersler veriyorlardı.

•••

Tarihin Nöbeti 14 Mart 2017’de kurulmuştu. Benim konuk olduğum 8 Mayıs’ta da Rektörlük önüne taşınmıştı.

Aslında Rektör Prof. Dr. Mehmed Özkan “fena” bir insan değildi. Bu tarihi okulun en üst makamına geldiğinde, “Boğaziçi’nin özgürlükçü yaşam geleneğine sahip çıkacağım” şeklinde bir açıklama bile yapmıştı. Zaten o da Boğaziçili idi.

Sadece atanma biçimi bu okulun özgürlükçü geleneğiyle pek örtüşmüyordu. Kendisi aday değildi. Okulda hiçbir meslektaşının oy desteğini de talip olmamıştı. Cumhurbaşkanı atama yetkisini kullanıp, Mehmed Özkan’ı Rektör yapmıştı.

Bizim “Tarihin Nöbeti” söyleşimiz sürerken okulun merkezi alanı olan Rektörlük önündeki çayırın öte yanında başka öğrenciler voleybol oynuyorlardı. Bir başka grup tef çalarak protestosunu sürdürüyordu.

Tam konuşmamın ortasında bir genç gelerek izin istedi. Çok önemli bir gelişme olmuştu. Bununla ilgili duyuru yapacaktı. Okuldan uzaklaştırılan Prof. Dr. Abbas Vali ile Doç. Dr. Noemi Levy-Aksu’nun avukatları bir üst kuruma yaptıkları itirazlarına BÜ rektörlüğü “olumsuz” yanıt vermişti. Bunun için saat 17.00’de bütün öğrencileri Rektörlük önüne beklediklerini ilan etti.

Ben de o sırada insan hakları gazeteciliği üzerine konuşuyordum. Birden böylesi bir sıcak direnişin içine düşünce haliyle bir anda eski günlere doğru uzanıp, Metin Göktepe gazeteciliğinin zirve yaptığı yılları anlatmaya başladım. Umutsuz gibi görünen bir sürecin sonunda gazetecilik direncinin katilleri yargı önüne getirdiğini ve mahkum ettirdiğini söyledim.

Önemli olan direnen kitlenin niteliği idi. Haklı ve doğru kendiliğinden kabul görmüyordu. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri de Rektörlük kapısında hocalarına sahip çıkmanın onurunu taşıyorlardı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde direnen öğrencilerle geçirilen bir gün, yarınları olan umudunuzu perçinliyordu.