Hukuk da var, ama o benim alanım değil.

5 Şubat’ta yayınlanan 3519 sayılı kararla Boğaziçi Üniversitesi’nin bir de İletişim Fakültesi oldu. Savaş ve çatışma durumlarında, Erdoğan’ın biraz da “dış düşman”a gözdağı ve kararlılık ifadesi olarak kullandığı cümledeki gibi; bir gece ansızın geldi!

Hangi eğitim planlamasının, hangi gereksinimin, hangi tartışmaların sonucunda alınan bir karar, bilemiyorum! Şunu biliyorum ama; artık sayılarına yetişemediğimiz, Boğaziçi’ndeki 71’inci mi 72’nci mi olduğunu bilemediğim iletişim fakültelerinin sayısı bu rakamın yarısına ulaştığında bile “çok fazla” diye tartışılıyordu.

1980 sonrasında, dünya genelinde medya sahiplik yapısı değişip dev holdinglerin medyaya girmesine paralel olarak “star gazeteciler” dönemi de başlamış ve onlara bakarak gazeteciliği/iletişimi paraya ve şöhrete giden kestirme bir yol sanan, “gerçek rol modelleri”nden yoksun, gençlerin bu okullara ilgisi patlamıştı. Pek çok ülkede yerden biter gibi iletişim fakülteleri, resmi ve özel gazetecilik okulları açıldı.

Türkiye’de 2000’li yıllarla birlikte medyada kitlesel işten çıkarmalar başlayınca, bir yanda yılların deneyimiyle işsiz kalmış gazeteciler öte yanda da sayıları sürekli artan iletişim fakültelerinden mezun olan gençler, daralan bir alanda karamsarlıkla istihdam olanakları aramaya başladılar.

Gazetecilik olunan değil yakınlar aracılığıyla “içine doğulan” bir meslek haline geldi. Fakültelerden mezun olmuş öğrencilerimiz eğitimini aldıkları alanda iş bulabilmek için kişisel ilişkiler kovalamak ya da eğitimleriyle hiç ilgisi olmayan alanlara yönelmek zorunda kaldılar. Bu süreçte, alanda çalışanlardan ve fakülte yöneticilerinden gelen “artık yeni fakülte açılmasın” çağrılarını duyan olmadı ve eğitim-istihdam ilişkisi açısından olumsuz durum gittikçe ağırlaştı.

İletişim fakülteleri ise sürekli sektörden gelen “bir meslek okulu” olmak baskısı ile akademinin bilimsel üniversite kaygısıyla, buna karşı direnci arasında gitti geldi. İletişim eğitiminin akademik bir eğitim olduğunu vurgulayarak, fakültelerdeki eğitimin bir sosyal bilim yetkinliği hedeflemesini vurgulayanlarla, önceliği “piyasanın istediği iletişimcileri yetiştirmek” olanlar hâlâ çatışır.

Peki, Boğaziçi’nin İletişim Fakültesi, eğitim dili İngilizce olduğuna göre “communications” fakültesi ne yapacak? Bulu’ya göre, “Boğaziçi’ne farklı perspektifler ve zenginlikler” katacakmış! Boğaziçililere göre ise, amaç yeni fakültelere atanacak şişirme kadrolarla bünyenin kabul etmediği atanmış rektörü kabul edecek bir bünye yaratmak!

İletişim, basitçe, bir bilginin bir yerden bir başka yere aktarılması olarak anlatılır. Ancak bu kadar basit değil! Bu haliyle olan “iletişim” değil “iletmek”tir. İletişimin ya da Boğaziçi’nde fakültesi açılacak “communication”ın etimolojik kökenine bakarsanız, Latince communicare”den geldiğini, bunun da “paylaşmak, ortaklaşmak, yardımlaşmak, birlikte iş yapmak” anlamına geldiğini görürsünüz.

Yani, “iletişim” iletmekten çok daha fazlasıdır ve bir yerde buluşmayı, anlaşmayı, ortaklaşmayı ifade eder. M.Ö. 384 yılında doğan Aristoteles, iletişimi “karşıdakini razı ve ikna etmenin imkân ve uygun araçlarının aranması” olarak tanımlıyordu.

Günlerdir Boğaziçi’nde olanlar 2400 yıl eskinin iletişim anlayışından bile geri. İkna için uygun araç olarak görünen tek şey baskı, şiddet! Yaşananlar; “paylaşmak, ortaklaşmak, yardımlaşmak ve birlikte iş yapmak” anlamında bir iletişimin katledilmesinden başka bir şey değil.

Hukuku da bir bilen anlatır belki. İletişim açısından benim gördüğüm ise, iletişimin katledildiği yerde iletişim fakültesi açmak!