Boğaziçi’nin eski rektörü Ergüder ‘her ile üniversite’ politikasının akademik açıdan sorun getirdiğini söylüyor ve soruyor: Bina ve kampüs yapınca gerekli akademik kadroyu oluşturabiliyor musunuz?

Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Ergüder: Üniversitelerde kalite sorunu var

Yaren ÇOLAK

Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun kayyum rektör olarak atanmasının ardından başlayan direniş ülkedeki bütün üniversiteleri tartışmaya açtı. Doğrudan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanan rektörlerin liyakatli olup olmadıkları soru işaretlerine neden olurken neredeyse her kente açılan üniversitelerdeki eğitimin niteliği de sorgulanıyor. Birçok üniversitede sıfır makaleli rektörlerin görev yapması, dekanların başka bölümlerden görevlendirilmesi gibi birçok sorun sürekli konuşuluyor. Fakat bu sorunlar adeta görmezden geliniyor. Basında çıkan haberlere rağmen herhangi bir harekete geçme durumu ortaya çıkmıyor. 1992-2000 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör olarak görev yapan Prof. Dr. Üstün Ergüder’le bütün bu sorunları konuştuk.

“Her ile bir üniversite” politikası ile ülkedeki üniversite sayısı her geçen gün artıyor. Bu politika kapsamında sayısı 200’ün üstüne çıkan üniversitelere ve bu üniversitelerdeki eğitimin niteliğine ilişkin ne düşünüyorsunuz?

Bu biraz karmaşık bir mesele. İki açıdan bakmak mümkün. Kalkınma ve değişim açısından bakarsanız üniversitelerin bulundukları illerin ekonomik, kültürel ve sosyolojik gelişmelerine önemli katkıları oluyor. Evet, konuya akademik açıdan bakarsanız acele ve çok sayıda kurulan üniversitelerde önemli bir kalite sorunu olacağı kesin. Yeni üniversitelerin kurulması öncesi ciddi bir planlama yapmak gerekli olduğunu düşünüyorum. Binaları yaparsınız, kampüsü düzenlersiniz ama gerekli akademik kadro oluşturabiliyor musunuz? Yeni üniversite açma politikasının muhakkak uzun soluklu bir öğretim üyesi yetiştirme ve temin etme planlaması ile birlikte yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum.

HEDİYE EDİLEN FAKÜLTELER

Ülke nüfusunun neredeyse 10’da 1’inden fazlasının üniversite mezunu olduğu bu dönemde en çok tartışılan konulardan biri de işsizlik. Üniversite mezunları kendilerine istihdamda yer bulmakta zorlanırken halen bu kadar çok üniversite açılıyor, öğrenci alınıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çağımızın en önemli karakteristiklerinden biri değişim. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki bugün var olan mesleklerin bazıları yarın ya yok oluyorlar ya da önemli bir değişimden geçiyorlar. Üniversitelerin akademik programları da bu değişime ayak uydurma, yenilik yapma zorundalar. Yoksa üniversiteler işsiz üretmeye devam eder. Ülkemizde maalesef yükseköğretim sistemimiz çok merkeziyetçi. YÖK kuruluş yıllarında merkeziyetçi bir tasarımla kuruldu. Günümüzde bu merkeziyetçilik yeni boyutlara taşınmış durumda. Akademik programları tespit etmekte önemli bir özerkliğe sahip olan vakıf üniversitelerimiz bile her geçen gün bu özerkliklerini yitiriyorlar. Neden önemli akademik özgürlük ve kurumsal özerklik? Çağımız yeniyi düşünme, yaratıcı olma zamanı. Bu çabayı ne kadar tabana, yani üniversitelerimize yayarsak değişimi yakalamada daha başarılı oluruz diye düşünüyorum. Giderek güçlenen merkeziyetçi bir yapıda, tek elden, bürokratik bir ortamda değişim yakalamak mümkün değil kanımca. Böyle bir ortamda zaman zaman siyaset kokan yeteri kadar düşünülmemiş uygulamalar da ortaya çıkabiliyor. Güncel bir örnek. Boğaziçi Üniversitesine bir gecede, üniversitenin haberi olmadan, iki fakülte hediye edilmesi: Hukuk ve İletişim. Bu fakültelere gerek var mı? Üniversiteli işsiz sorununun çözümüne ne kadar hizmet edecek? Acaba ciddi olarak incelendi mi? Hiç emin değilim. Her neyse çözüm üniversiteleri merkeziyetçi ve bürokratik bir deli gömleğine sokma yerine çağımızın problemlerine üniversitelerin kendi özerklik alanlarında çözüm üretmeleri, başarılı örnekler yaratmaları, yenilik peşinde koşmalarına, rekabet etmelerine izin verecek, yönetmek yerine teşvik etmeyi ön plana çıkaran bir yükseköğretim yapısına kavuşmamızda yattığına inanıyorum. “Üniversite” çok özel bir yerdir. Toplumun düşünce merkezidir, beynidir. Üniversite uzmanlar, çok değişik disiplinlerde çalışan bilim insanları topluluğudur. Herkes işini iyi yapabilsin, yani düşünebilsin, araştırma yapabilsin, aykırı soruları sorabilsin diye bütün dünyada kamu yararı olarak akademik özgürlüğe önem verilir, vazgeçilmez bir değer olarak savunulur. Diğer olmazsa olmaz değer ise kurumsal özerkliktir. Kurumsal özerklik ise kanımca üç açıdan önemlidir. Üniversite içinde bilimsel ve akademik özgürlüğün korunması, akademik özgürlüğe dışarıdan gelecek tehditlerin önlenmesi ve son olarak üniversitenin kendine öz bilimsel yapı ve örgütlenmeyi oluşturması ve stratejik planını yapabilmesi.

universitelerde-kalite-sorunu-var-902017-1.
Prof. Dr. Üstün Ergüder

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından pek çok üniversitede Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile dekan ve rektör atamaları yapıldı. Bu atamaları nasıl yorumluyorsunuz?

Seçim olmazsa olmaz demiyorum. Ancak ciddi ve bilimsel bir inceleme yapılırsa birçok üniversitemizde rektörlerin seçim ile belirlendiği dönemlerde akademik performansın çok arttığının görüleceğini kuvvetle tahmin ediyorum. Rektör belirlenmesi konusunda dünyada çok sistem var. Seçim veya atama, hepsinin ortak yönü sürecin şeffaf olması ve üniversitenin paydaşlarının şu veya bu şekilde sürece dahil olmasıdır. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki hassasiyet bu kurumda seçimlerin uygar bir şekilde ciddiyetle yapılmış olmasıdır ve bu üniversitenin akademik performansı ile yakından ilişkilidir. 1970’li yıllardan beri ülkemizde uygulanan sistemleri hepsini yaşadım. Maalesef hep atama ve seçim kutupları arasında gidip geldik. Halbuki hem seçim hem de atama sistemlerinde hibrit yöntemler mevcut. Bazı seçimi kabul eden sistemlerde kısıtlı sayıda seçmen oy verebiliyor bazılarında ise daha geniş tabanlı bir uygulama var. Bazıları öğrenci temsilcilerini de seçmen olarak kabul ediyor. Burada ayrıntıları anlatmak için yeteri kadar yer ve zaman yok. Atama sistemlerinde ise genellikle üniversite dışı bir üst kurul atamayı yapıyor. Ancak, bu sistemlerde de olmazsa olmaz sürecin şeffaf ve katılımcı olması. Bizde ise 1980 öncesi 1750 sayılı yasaya göre üniversitelere rektörler öğretim üyeleri tarafından seçiliyorlardı. 12 Eylül yönetimi rektör seçimlerinin çok tartışmalı olduğu, uzun süre aldığı, üniversitelere atalet getirdiği gerekçesiyle 2547 YÖK Yasası ile kaldırdı ve yerine YÖK’ün süzgecinden geçtikten sonra Cumhurbaşkanınca yapılan atama sistemine geçildi. Bu süreçte (1982-1992) ne yazık ki üniversitelere ve bileşenlerine hiç danışılmadan atamalar yapıldı 1982 ve 1987 yıllarında. Bu durum üniversitelerimizde önemli tepkilere neden oldu ve sonunda 1992’de 2547 sayılı yasada yapılan değişiklikle üniversite öğretim üyeleri seçimlerde aldıkları oylara göre 6 adayı sıralayarak YÖK’e gönderecek; YÖK bu sıralamayı 3’e indirecek ve cumhurbaşkanı bu adaylardan birini atayacaktı. Bu sistem 2016’ya kadar devam etti. Bu tarihte yapılan değişiklikle rektör atamaları Cumhurbaşkanınca yapılmayı başlandı. 1980’li yıllar olsun günümüz olsun sorun üniversitelere hiçbir şekilde danışılmadan yapılan sürpriz atamalar… Dünyadaki sistemler incelenince başarılı atama sistemleri üniversite ve bileşenlerine danışılma süreçlerinin kurumsallaştırıldığı ortamlarda iyi işliyor. Bizde ise çok katı uygulamalar mevcut. Kanımca atamaların cumhurbaşkanlığı seviyesine kadar taşınması doğru değil. 2547 yasa teklifi 1980-82 arasında tasarım masasındayken atama yetkisinin Cumhurbaşkanı’na verilmesinin gerekçesi üniversiteleri siyasetten uzak tutmaktı. O günler Cumhurbaşkanlığı makamı hem daha sembolikti hem de siyasi olmayan veyahut gündelik siyasetten elini ayağını çekmekte olan liderler tarafından dolduruldu. Bugünkü durum maalesef böyle değil ve üniversitelerin siyasallaşma olasılığı çok yüksek.

EN SON GERÇEK ÜNİVERSİTE UYUM GÖSTERİR

Akademisyenlerin uzman olduğu bölümlere değil de başka bölümlere dekan olarak atandığı bu sürecin eğitimdeki niteliğe etkisi nedir?

Genellikle sorunuza şu cevap beklenir. Her fakülteye o fakültenin disiplinlerinden birinin temsilcisinin atanması. Bu genellikle doğrudur. Ancak dekanlık idari bir görevdir. Akademik ortama duyarlı bir idari beceri de çok önemli. Akademik ortama duyarlıdan şunu kastediyorum: Danışan, uzmanlığı ön plana çıkaran, şeffaf, katılımcı, hiyerarşik ve buyurgan olmayan yatay bir yönetim tarzı. Bence önemli olan kriterler bunlardır ve eğitimde niteliğe katkısı, dekan fakülte içinden olmasa da, olumlu olur.

Üniversitelere ilişkin yapılan konuşmalarda sık sık ‘akademinin içi boşaltıldı’ gibi cümleler duyuyoruz. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?

‘İçi boşaltıldı’ eleştirisinden ne kastediliyor bilmiyorum ama benim anladığım üniversitelerin akademik performansının düşmesidir. Bu kıymetli hocalar akademik dünyayı terk ederlerse de olur akademik özgürlük ve kurumsal özerkliğin baskı altında olduğu otoriter ve bürokratik ortamlarda da olur. Aşırı merkeziyetçi bürokrasi ve otoriter yönetimlere en son uyum gösterecek kurum gerçek bir üniversitedir.