Boğaziçi Üniversitesi'nde darbe yasalarına rağmen rektörlük seçimleri akademisyenlerin iradesiyle fiili olarak demokratikleştirilmişti: Atama sürecinde en yüksek oyu alanın dışındaki rektör adayları bir teamül uyarınca çekilerek rektörlüğü demokratik hakkı olan adaya bırakıyorlar

Boğaziçi Üniversitesi ve 40 Haramiler

ÇAĞLAR ÇİÇEK'İN ARKADAŞLARI

Bazı yasal veya yönetimsel adımlar, sadece etkin oldukları konuyla sınırlı kalmaz, önemli yapısal farklılıkların temelinde yer alır. Geçtiğimiz hafta Meclis gündemine gelen üniversitelerde rektörlük seçimlerini kaldırmaya yönelik değişiklik önerisi, böyle bir güce sahipti. YÖK’ün veya üniversite yönetiminin temel unsurlarına bile dokunmasa da, üniversite yönetiminin ve toplumdaki üniversite algısının alanını tümüyle daraltma tehdidi taşıyordu. Bu sadece Cumhurbaşkanı'nın elini rahatlatmayacak, yürütme gücünün tüm yönetime hükmetmesini de bir oldubitti vasıtasıyla normalleştirecekti. Neyse ki muhalefet partilerinin itirazları bu konuda işe yaradı da rektörlük seçimlerini kaldırmaya dair öneri geri çekildi. Şimdi bu konuda daha spekülatif fikirler öne sürebiliriz.

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki son rektörlük seçimleri göz önüne alındığında bu yasa önerisinin işlevi biraz daha netleşebilir. Boğaziçi Üniversitesi'nde darbe yasalarına rağmen rektörlük seçimleri akademisyenlerin iradesiyle fiili olarak demokratikleştirilmişti: Atama sürecinde en yüksek oyu alanın dışındaki rektör adayları bir teamül uyarınca çekilerek rektörlüğü demokratik hakkı olan adaya bırakıyorlar. Son seçimlerde ise beklenmedik bir şey oldu: seçim öncesi aday Vedat Akgiray, seçim sonucunda çok düşük bir oy almadıkça çekilmeyeceğini açıkladı. Bu açıklamaya rağmen Akgiray 399 geçerli oyun 40’ını aldı. Bu sayının Akgiray’ın “çok düşük” oy kategorisine girip girmediğini, yani çekilip çekilmeyeceğini bilmiyoruz, ancak aday şu ana kadar böyle bir beklenti oluşturacak hiçbir şey yapmadı.

Bu öneri nereden çıktı?

Seçimin ardından, rektör ataması yapılamadan bir darbe girişimi yaşadık, sonra da Olağanüstü Hâl kararı geldi. Erdoğan, darbe girişimi sonrasında diğer üniversitelerde atamaları tamamlamış olsa da Boğaziçi rektörünü henüz seçmedi, bekletiyor. Bu arada Erdoğan ve hükümet etkileri yasal sınırları aşıp OHAL sonrasına da sarkacak tarzdaki Kanun Hükmünde Kararnameler'le yasama yetkisine bir nevi el koydu. Son olarak da söz konusu değişiklik önerisi gündeme geldi. Değişiklik Meclis'te reddedilmiş olsa da üniversitelerin ve demokrasinin üzerinde demoklesin kılıcı misali sallanmaktadır.

Cumhurbaşkanı'na bir nevi kayyım atama yetkisi verecek olan bu öneri kabul edilseydi Boğaziçi’ndeki krizi çözmekte de işlevli olacaktı. Boğaziçi’nin demokratik teamülü, mevcut seçimli rektörlük sisteminin garantisidir, meşruiyetinin belgesidir. Bu teamül terk edildiği veya yitirildiği durumda seçimli rektörlük riske girecektir. Bu değişiklik önerisi, hükümetçe YÖK’te yapılması planlanan değişikliğin bir parçasıdır, geçen senenin başında da tartışma yaratmıştır. 1994 yılından beri daha ısrarla olmak üzere yıllardır “dünyadaki örneklerde” rektörlüğün seçimli olmadığına yönelik yarı akademik bir tartışma ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilmekteydi. Bu argümana, idareciyle akademisyenin ayrı olması gerektiği, idarenin teknikleşmesi ve işletmeci gibi çalışması gerektiği söylemleri eşlik ediyordu. Ancak mevcut akademisyen idarecilerin büyük çoğunluğu idarenin üzerindeki iş baskısı ve zulmünün, devletin “sözleşmelileştirme” politikası sonucu üniversitelerde boşalan kadroların doldurulmamasından, yeni kadro ihtiyacının karşılanmamasından ve idare çalışanının üzerine birkaç kişilik iş yükü bindirilmesinden kaynaklandığının farkında. Söz konusu “dünyadaki” üniversitelerin genellikle de teamüllere dayalı köklü demokratik geleneklerinin olduğu, bu geleneğin bu toplumların üniversite algısında köklü bir yeri olduğu, bu yerin sarsılmasına toplumun kitlesel olarak direnebildiği, Türkiye’de ise her darbenin postalının önce üniversiteleri ezdiği olguları dikkate alındığındaysa bu argüman dağılıp gidiyor.

Bu 40 kişi kimdir?

Boğaziçi Üniversitesi, 1980 Askeri Darbesi'ne ve darbenin antidemokratik üniversite yasalarına en demokratik cevapları üretmiş, 1992 yılından itibaren de rektörlük seçimlerinde tamamıyla yasal bir demokratik geleneği üstlenmiş, demokrasi ve üniversite eğitimi adına üzerine düşen sorumluluğu günahıyla sevabıyla taşımış bir üniversitedir. Bu yasaların, postal gücünün ve iktidar ablukasının üniversiteyi savunan mensuplarca savuşturulabileceği bu teamülle görülmüştür.

Rektörlük seçimini demokratikleştiren bu teamülün bir etkisi de, rektörlük adaylarının kalitesinin artması, rektörlüğe soyunanların bu işin yüklediği sorumluluğun önceden farkında olmasıdır. Her seçimde en fazla iki ciddi aday çıkmaktadır, çünkü kimse mesela sadece kendi oyuyla veya üç-beş oyla rektör olabileceğini düşünmemektedir. Hâl böyleyken Akgiray’ın cüreti düşündürücüdür. Boğaziçi’nde bu teamülü kırmaya, kıracağını ifade etmeye cüret etmek için ya rektörlük konusunda hırsla istekli, ya da antidemokratik bir davaya yürekten bağlı olmak gerekir. Zira bu gözü karalığın işe yaraması ve bu açıklamadan sonra adayın meşru bir rektör olabilmesi için herhalde sihir gereklidir. Belki Akgiray’ın durumu farklıdır, belki de Bimeks’i yasal olmadığı iddia edilse de birinci dereceden akrabasına (kardeşine) devreden eski sahibi, bu teamülü kırmaya ve istemese de rektör olmaya mecbur bırakılmış, memur edilmiştir. Kendisi neden bu işe bu şekilde kalkıştığı konusunda inandırıcı bir şey söylemedikçe gerçeği bilemeyiz.

Fakat bilmeye hakkımız olan bir şey var: Vedat Akgiray’ın hakiki motivasyonu ne olursa olsun onunla empati kuran 40 kişi kimdir? Bu 40 kişi neden bu teamülü kıracağını açıkça beyan ettiği halde Akgiray’a oy vermiştir? Boğaziçi’nde sadece rektörün nasıl seçileceğini etkilemekle kalmayıp, öğrenciler ve çalışanlar da dahil üniversite mensuplarının üniversitenin kaderini belirlemekteki paylarını müthiş derecede artıran bir teamülden bahsediyoruz. Rektör adayları her seçimde öğrencilere, akademiye ve çalışanlara özellikle seslenmekte ve onları da ikna etmeye çalışmaktadır. Bugün bu geleneği yıkarak, üniversite mensuplarını söz sahibi olmaktan çıkarmaya ve üniversitenin geleceğini ipotek altına almaya niyetli olduğunu gösteren bu azınlık, bu 40 kişi kimdir?

Üniversitede kırgınlık

Bu 40 kişi, yasa değişikliği önerisiyle rektörlük seçimlerinin kaldırılmaya cüret edilmesinde de yazının başlarında ifade ettiğimiz sebepten dolaylı olarak pay sahibidir. Değişikliğin “tadımız kaçmasın” minvalindeki gerekçesi uzaktan gerçekten komik görünse de ciddi bir tehdit niteliği taşıyor: “Rektörlük seçimleri üniversitelerde haksız uygulamalar, kırgınlıklar ve kişisel çekişmelere yol açmakta ve yükseköğretim kurumlarında kaos ortamının oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle üniversitelerde seçim sisteminin terk edilerek atama sisteminin getirilmesi ile bu sıkıntıların ortadan kalkmasının sağlanması amaçlanmaktadır.” Boğaziçi örneği çocukça ifade edilmiş bu “kırgınlıkların” nasıl yaşanmayabileceğini ve gerçek demokrasinin ve güç paylaşımının değil güç yoğunlaşmasının çatışma yaratma potansiyeline sahip olduğunun tek başına ispatıdır. Eğer demokrasi makyajı yapılmış bir 12 Eylül yasasını, yani seçimin ardından seçimi önemsizleştirecek bir atama sistemini savunursanız, Akgiray gibi üniversitedeki kaosun öznesi oluverirsiniz. “Kırgınlıklara” sebep olan seçim değil, seçimin antidemokratik bir uygulamayla önemsizleştirilmesidir. Boğaziçi’nde bu seçimlerdeki ikinci aday, Akgiray yerine bu teamülü koruyacak bir aday olsaydı, muhtemelen 40 hırslı ve cüretkar oydan fazlasını alabilecek, hatta rektör dahi olabilecekti. Oysa demokratik gelenek yıkılarak üniversitenin kaderine el koymaya yönelik bir çaba sergilendi, oyların değersizleştirilmesi için oy verildi, üniversite neredeyse bir kaosa davet edildi. Şu andan itibaren, oydaş 40 kişi kendi tavırlarının samimi gerekçesini ortaya koymadıkları sürece hem Erdoğan’ın rektör seçimini zorlaştıracaklar, hem de çağırdıkları haksız uygulamayla üniversitede “kırgınlıklara, kişisel çekişmelere” zemin hazırlayacaklardır. Üniversitenin zenginliğini topluma ve teker teker tüm mensuplarına sunması için, antidemokratikliğe ve kişisel çıkarların hükmüne kapıları açacak akli olmaktan uzak bir sihirli söze değil, demokrasi geleneğinin korunmasına ve savunulmasına ihtiyaç vardır.

DİPNOT: Çağlar Çiçek, yıllarca demokratik üniversite mücadelesi vermiş ve üniversitelerin bilim üreten yerler olması için çalışmıştır. Çiçek, geçen günlerde yakalandığı rahatsızlık nedeniyle hayata gözlerini yumdu