Siyasal İslamcı düşünce sürecinin çok temel bir özelliği var. Temelinde haset olan bu akıl yürütme biçimi doğası gereği büyüsel düşünceye çok yatkın. Örneğin, Boğaziçi rektörlük makamının gücünün, makama kim oturursa otursun aynı olacağına inanıyorlar. Olasılıkla Melih Bulu da aynı düşüncede. Kendisi rektör olduğunda Boğaziçi’nin bilimsel üretiminin aynı şekilde süreceğini ve fakat Erdoğan’a yarayacak yerli ve milli bilimin üretileceğini sanıyor. Grotesk örnek Ahmet Hamdi Çamlı. Milletvekili olduğu için tarih, politika, matematik, tıp hangi alanda olursa olsun yetkin ve doğru fikirleri varmış gibi hissediyor. Siyasal İslamcıların makam meraklarının/ arzularının temelinde bu akıl yürütme tarzının da önemli bir rolü var.

2016 yılındaki KHK sürecinde “Hitler’in profesörleri” başlıklı bir yazı yazmıştım. “Alman üniversitelerindeki Alman idealine uymayan profesörlerin atılması sürecinin başlarında Hitler’in uygulamayı protesto etmeye yeltenen birkaç profesöre verdiği yanıt. Hitler, “Bu insanların atılmasının Almanya’da bilimi yok edeceğini söylüyorsunuz, olsun biz de önümüzdeki yıllarda bilimsiz devam ederiz” der.

Hitler, iktidarı ele geçirmesinden çok önce profesörlere diş biliyordu. Siyasete girdiği 1921 yılından Şansölye olduğu 1933 ve kendisini halkın oyuyla Führer ilan ettirdiği 1934 yılına kadar da profesörlerin ‘halkın ihtiyacı olan bilimi’ üretmediklerinden, ‘halktan kopuk kendi seçkinci dünyalarında yaşadıklarından’ yakınıp durdu.

Führer olduktan sonra yönetim anlayışının temeline “gücün merkezileşmesi ve mutlak yetki” kavramlarını koydu. Üniversiteler halkın ihtiyacı olan bilimi üretmeliydiler. Halkın neye ihtiyaç duyduğunu da ancak Parti belirleyebilirdi. Parti de mutlak yetki ve merkezileşmiş güç kuralına uygun olarak Hitler’in görüşlerine uymalıydı. Üniversiteler Hitler’e tabi olmalıydılar.

Partinin (Führer’in) ihtiyaçlarını belirleyeceği halk sadece ‘Alman’lardan oluştuğundan, üniversiteler Alman ulusunun ihtiyaç duyduğu bilimi üretmeliydiler. Üniversitenin vereceği eğitim Alman Fiziği, Alman Matematiği, Alman Sosyolojisi gibi olmalıydı. 1933 yılından itibaren Alman olmayan ve Alman olsa da partinin belirlediği halkın ihtiyaçlarının bilimini üretmeyen profesörler üniversitelerden kovuldular. Tarihsel belgelere göre Alman üniversitelerindeki fizik profesörlerinin yüzde 25’i ve diğer doğa bilimi bölümlerindekilerin de yüzde 15’i üniversitelerden atıldılar.”

Hitler’in kovduğu ve ölümden kaçan profesörlerin 82’si davet üzerine Türkiye’ye gelir. 1933-1945 yılları arasında profesörler, asistanlar, enstitü müdürleri, araştırmacılar ve aileleriyle birlikte yaklaşık 550 kişinin Türkiye’de evrensel üniversite eğitiminin kurulmasına katkı verdiği biliniyor.

2016 KHK’larıyla Türkiye’de üniversiteden atılan akademisyenlerin sayısı ise 6 bin olarak hesaplanıyor. KHK süreci ya da ondan bağımsız olarak Türkiye üniversitelerinden ülke dışına akademisyen göçünün sayısı tam bilinmiyor. Ancak 1933-45 arasında Türkiye’ye gelenlerden çok çok daha fazla insanın gittiği ortada.

İlk bakışta çok benzer bir süreçmiş gibi görünüyor değil mi?

Ama!

Aslında Hitler’in “biz de bilimsiz devam ederiz” sözü gerçekleşmedi!

Örneğin Heidegger, rektörlüğü kabul etti ve devam etti. Hitler’in Yahudilerden ve Nazi olmayanlardan arındırılmış üniversiteleri işlemeye ve “bilim üretmeye” devam ettiler. Merak edenler, “overcast harekatı”, “paperclip harekatı”, “Osenberg listesi”, olarak bilinen süreci araştırabilirler. Nazi Almanyası öyle bilimsiz, liyakatsiz ve üniversitesiz bir dönem değildi. ABD, savaşı kaybeden Almanya’daki Nazi bilimcileri, Sovyetlerin eline geçmeden ABD’ye kaçırdı ve bir iki istisna dışında tümünü “ABD biliminin” hizmetine aldı.

Hitler’in akademisyen kırımı, Alman üniversitelerini belki zayıflattı ama çökertmedi. Nazi bilimciler Nazi savaş makinasını bilimsel ve teknolojik olarak beslemelerini sağlayacak “ahlaksızca çalışma özgürlüğüne” sahip oldular. Bugün bile Nazi tıbbının insanlıkdışı yöntemlerle ürettiği bilimsel bilgilerden yararlanıyoruz. Modern füze sistemlerinin, nükleer fiziğin temellerinde Nazi bilimcilerin büyük katkıları var! Nazi bilimi, insanlıkdışı yöntemlerle insana karşı bilim üretiminin şahikası.

Demem o ki, bugün sanki Hitler’in yöntemine benzeyen üniversite ve akademisyen kırımının o dönemden temel farkını görmemiz zorunlu.

Meşhur sözü anmanın tam sırası. Hegel’in, tarihte büyük olaylar iki kez tekrarlanır, sözüne Marx’ın ekini; ilkinde trajedi ikincisinde komedi.

Düşünsenize Boğaziçi Hukuk Fakültesi’nin en önemli akademisyeninin Selman Öğüt olduğunu.