İdeolojisi, dünya görüşü ne olursa olsun herkesin öğrenim hakkı vardır. İlk ve temel safhalar mecburi ve parasızdır. Yüksek eğitim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır ve bu öğretim insan şahsiyetinin gelişmesini, insan haklarıyla hürriyetlerine saygının kuvvetlendirilmesini hedef almalıdır. İnsanlar eşittir. Öğretim bütün milletler, ırk ve din grupları arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu teşvik etmeli ve barışın sürdürülmesi için çalışmalıdır. Dolayısıyla barış içinde, huzurlu bir ortamda yaşama talebi anayasal bir hak olduğu gibi; okulların, öğretmenlerin savunmak ve korumakla yükümlü oldukları bir meseledir. Elbette bunlar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etmiş, “kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz” diye yazan kendi anayasasını rafa kaldırmamış ülkelerde geçerli. Aksi halde öğretmenler dava edilip tutuklanabilir; öğrenciler dövülüp okuldan atılabilir. İnsanın, bizatihi sahibi olduğu hakların herhangi biri tarafından geri alınabildiği yerler de, geçmişte olduğu gibi, ‘demokratik hukuk devleti’ gibi bir titrle anılmaz.

•••

TSK ve ÖSO’nun Afrin kent merkezine girmesinin ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde lokum dağıtan bir grup öğrenciye itiraz eden başka bir grup öğrencinin “işgalin, katliamın lokumu olmaz” yazılı pankart açmasıyla olaylar gelişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, lokum dağıtanlarla pankart açanları ikiye ayırdı: ‘yerli ve milli olanlar’, ‘vatan haini ve ‘komünist’ olanlar... “Komünist olanlara bu üniversitelerde okuma hakkını vermeyeceğiz!” Emri alan ‘bağımsız yargı’ harekete geçti ve 11 öğrenci, “kafanıza vurursak daha az zeki olursunuz” diyen polislerce gözaltına alındı. Zira zeki olmak sıkıntılı. Şüphe oluşturuyor. İtiraz ettiriyor. Sorumluluk aldırıyor. Kampüste, iki grup arasında sözlü dalaşmayla sınırlı kalmış bir olay böylece öğrencilerin ev ve yurtlarından darp edilerek gözaltına alınmasıyla çığırından çıktı; çünkü iktidarın ülkeyi hainler ve yerliler olarak ikiye ayırışından kimse azade değil. Eğitimli gençlerine umutlu bir gelecek sunamayan, kızlı erkekli oturmasından internetine kadar her şeyine karışan, bilgi çağından bir haber tutumuyla zamanın çok çok gerisine düşen iktidar, işi yetişemediği/algılayamadığı gençleri okutmamaya kadar vardırdı; çünkü tepeden konduruluş rektörlere sırtlarını döndüler, ihraç edilen öğretmenlerine sahip çıktılar, ifade ve özgür düşünce hürriyetini savundular ve ülkenin en iyi üniversitelerine, af edersiniz, çöreklenip kaldılar.

•••

İktidar istediği rektörü, istediği öğretmeni atadı ancak ‘dinine ve kinine’ sahip çıkan ‘yerli ve milli’ gençlerin başarıları eğitim ve kültür alanında arzu edilen ilerlemenin kaydedilmesine yetmedi. Bundan sonra da yetmeyeceğine inanılmış olacak ki, rekabetten yok etme safhasına geçildi. Her ne kadar akademik özerkliği baltalayan pek çok olumsuz şey yapılmış olsa da ODTÜ ve Boğaziçi gibi akademik başarının ön şartının özgür düşünce olduğunu bilen ve öğrencilerine bu alanda destek olan üniversiteler nicedir iktidarın hedefinde. Zira oralardan çok ‘komünist’ çıkıyor, iktidarın kamusal alanda görünmesini istemediği şeyleri göze sokuyorlar. Tek bir baskıcı yönetim yoktur ki gençlerden ve kadınlardan korkmasın! Dün olduğu gibi bugün de tarihin akışını değiştiren devrimsel süreçler hep onların isyan etmesiyle başladı. İktidara yaşam destek ünitesine bağlanır gibi tutunmuş; bunun için her türlü farklı sesi, itirazı nicedir varlığına tehdit sayan AKP’nin gençlerin bağırmasından, kadınların itirazından rahatsız oluşu klişe bir totaliter rejim refleksi. Nitelikli eğitimin bir ülkenin can damarı oluşu bir yana; kimsenin eğitim hakkı siyasi görüşleri neden gösterilerek elinden alınamaz. Ya da engellenir ve biz her şeyin ‘tek’ olmasının istendiği bir düzende, ‘çok’ olması gerektiğinin ne kadar hayati bir şey olduğunu yeniden idrak etmiş oluruz.