Boğazım yansa da sesim vardı

SİNEM SAL

Annemi ikna etmeliydim. Gezi’nin ikinci günüydü ve mutfakta pembeleşen soğanların arasında kavrulan annem her şeyden habersizdi. Annemin her şeyden habersiz olması devletçe ödüllendirilirken, medya tarafından destekleniyordu.

Evden çıkmanın bir yolunu arıyordum. Annem herkesin ölmesinden korkan bir kadındır. Mutfaktaki karıncalarımızı evimizden güzellikle yollayamadığımız için bir mevsim boyunca ekmek yiyememiştik. Karıncalar ekmeğe saldırırken reçellerimizin içinde intihar ediyordu. Karınca sezonu yeni açılmıştı evimize.

Mutfaktaydık ve annem kısır yapıyordu. Sınava hazırlandığım için genellikle benden hiçbir şey istemiyordu. Dokunulmazlığım vardı. Test kitabının arasından twitter okuyordum. Tarih kitabının arasına sıkıştırdığım telefonumun ekranından vahşet fotoğrafları akıyordu. Baş parmağımla, canlı bir tarihin akışına destek oluyordum. Kitabı kapattım. Övgüleri ve yargıları da.

Mutfak kapısının üstündeki Bereket Duası’ndan gözlerimi alamıyordum. Televizyondaki kadınlar, kendilerini taşıyacak bir eş arıyordu. Televizyondaki adamların bir evi ve düzenli bir geliri vardı. Şehrin ortasında insanlar yaralanıyordu. Şehrin ortasındaki insanların devletin namlusunun ucundaydı. Televizyondaki kurtarıcılar kayıp ailelerine ulaşmaya çalışıyordu. Günlerden cumartesi değildi. Televizyondaki adamlar, yeteneklerini sergiliyordu. Alkış alıyordu yaptığı taklitlerle. Şehrin ortasında bir müzisyen yerden yere vuruluyordu.

Masadan kalktım. "Ben dershanede çalışacağım bugün,” dedim. Annem, gözlerini televizyondaki kadınlardan almadan karşılık verdi: "Tamam ama çalış bak… Kazan üniversiteyi.Şu cahillere baksana.” Annem cahilleri izliyordu. Daha da beteri zalimleri de izleyecekti. Birkaç haftaya kalmayacak her yeri basacaklardı. "Gelirken limon getirsene,” dedi. Kısıra sıkacaktı akşam. "Olur,” dedim.

Sırt çantamda tarih test kitabım, şalım ve cüzdanımdan başka hiçbir şey yoktu. Bütün arkadaşlarım, anne ve babalarıyla Taksim Meydanı’ndaydı ve hatta bazıları sabahlamışlardı. Hazır bağların tümü hasarlıdır. Bunun farkındaydım. Aile ve ulusla kurduğum ilişkinin yıkıp yeniden yapılandırmaktan geçtiğini biliyordum. Karaköy’den yukarıya Cihangir yokuşlarını tırmanarak çıkarken, el ele tutuşan insanların arasından geçiyordum.

Sırt çantam giderek ağırlaşıyordu. Akşam Haberlerine çıkan çocuklar gibiydim. Ailesi haksızlığa uğrayan çocuklar aynı ülkeden hukuk eğitimi alıp adaleti sağlayacağına inanıyordu. Onlara çok benziyordum. Bir fasulye sırığından portakal ağacı beklemek gibiydi bu. Sırt çantam giderek ağırlaşıyordu. Yokuşun ortasındaki çöp kutusunun kapağını kaldırdım. Çantamın içindeki test kitabını atıp şalı boğazıma geçirdim. Hafiftim. Daha hızlı adımlarla yokuşu tırmanmaya başladım.

Kalabalık artıyordu. Düzlüğe geldiğimde bir adım attım. Yıllarca bir hücreden dışarı çıkmamış bir mahkumun ilk adımıydı bu. Bağırışlar yükselmeye başladı. Birbirini tanımayan herkes bir binanın inşasında çalışan işçiler gibi birbirinden haberdardı ve birlikte hareket ediyordu. Az önce tırmandığım yokuşa doğru koşmaya başladık. Sırt çantam giderek hafifliyordu. Boğazım yanıyordu. Daha çok ses getirebilmem için!

evden çıkarken limon almasını söylüyor.
geziye gidiyor bir gün kalıyor.
bir saat boyunca çatışmanın ortasında kalıyor.
annesine yalan söylüyor her şeyden hâlâ habersiz limon ağacı